30 Ekim 2009 Cuma

TİROİT HASTALIKLARI

Yunanca thyroiedes kelimesinden türetilen organın adı ingilizce kaynaklarda THYROİD GLAND olarak yazılmıştır. Türkçe tıbbi kaynaklarda ise "TİROİD" olarak yazılmaktadır. Ancak Türk Dil Kurumu tarafından TİROİT olarak yazılması öngörülmüş olup bu yazıda da bu tanım kullanılacaktır.

Tiroit hastalıkları bilinenden daha yaygındır ve birçok bireyi etkilemektedir. Genel olarak guatr adı altında bilinen bu hastalıklar çok çeşitlidir ve bugün için çoğunun tedavisi mümkündür. Bu bölümdeki bilgiler, bu zamana kadar edindiğim deneyimler sonucu hastaların merak ettikleri konuları ağırlıklı olarak işlemektedir. Tiroit bölümü hazırlanırken, başvurulan tıbbi kaynaklar yazının sonunda belirtilmiştir.

Tiroit vücudun hangi bölgesindedir?

Tiroit, ilk defa rönesans devrinde Leonardo da Vinci’nin orijinal çizimlerinde gösterilmiştir. Buna göre; boyunda, soluk borusunun ( trakea ) her iki yanında iki ayrı salgı bezi olduğu kabul edilmiştir. Daha sonraları bu iki parçanın çoğu kez istmus adı verilen bir bölümle birleşmiş ve kelebeğe benzeyen tek bir bez olduğu anlaşılmıştır. Önden bakıldığında tiroidin yeri şu şekilde belirlenebilir: boyunda çene altında yer alan ve erkelerde daha belirgin bir şekilde görülen kıkırdaktan oluşan çıkıntının (adem elması) hemen altındaki bölgede bulunur ve yutkunmakla hareket eder ( Resim 1 ). Normal büyüklükteki bir tiroit zayıf kişiler hariç çoğu kez elle hissedilemez.

Salgı bezi nedir?

Ürettiği bazı kimyasal maddeleri bir kanal ya da kan yoluyla başka bölgelere gönderebilen organ olarak tanımlanabilir. Örneğin tükürük bezleri ürettiği tükürüğü bir kanal aracılığıyla ağız boşluğuna akıtır ve tükürük içindeki bazı kimyasal maddeler hem gıdaların sindirimini başlatır hem de ağzın ıslak kalmasını sağlar. Bunlara dış salgı bezi denir. Tiroit gibi salgı bezleri ise ürettiği kimyasal maddeleri kan yoluyla vücudun diğer bölgelerine göndererek çeşitli işlevlerin ortaya çıkmasına neden olur. Bunlara ise iç salgı bezi denir. Tiroit gibi salgı bezlerinin ürettiği kimyasal maddelere ise genellikle hormon adı verilir.

Domuz Gribi ile İlgili Bilinmesi Gerekenler

Domuz gribi nedir?

İnfluenza A virüsünün neden olduğu esas olarak domuzlarda salgına yol açan bir grip türüdür. Geçmişte sınırlı sayıda olguda insandan insana bulaştığı bildirildi. Ölüm oranı %1-5 dir. Kuş gribinde ise bu oran, dünya genelinde yaklaşık %50 olarak bildirilmektedir. Kuş gribi nedeniyle 2006 yılında ülkemizde saptanan 12 olgudan 4ü kaybedilmişti.
29 Nisan itibariyle toplam 148 hasta bulunmaktadır. Amerika Birleşik Devletleri 91 laboratuvarda dayalı kanıtlanmış olgu bildirmiş, bunlardan biri kaybedilmiştir. Meksika 26 olgu ve 7 ölüm bildirmiştir. Kanada 13, İngiltere 5, İspanya 4, Yeni Zelanda 3, Almanya 3 ve İsrail 2 olgu bildirmişlerdir.

Nasıl bulaşır?

İnsandan insana damlacık yoluyla bulaştığı kanıtlanmıştır. Bu nedenle, Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) 27 Nisan 2009 itibariyle pandemi düzeyini 3den 4e çıkarmıştır. Pandemi düzeyleri 1 ile 6 arasında değerlendirilir. Pandemi 4, insandan insana yayılım olduğunu gösterir. Bu durumda, domuzlarla teması olan kişilerin yanısıra, solunum yoluyla bulaş söz konusudur. Dünya Sağlık Örgütü, 29 Nisan 2009 itibariyle pandemi düzeyini 5'e çıkardı. Pandemi 5, bir DSÖ bölgesinde iki ya da daha fazla ülkede insandan insana geçişin bildirilmesine dayanmaktadır. Bu düzey önemlidir, son yıllarda bu düzeyde bildirilen bir salgın olmadı. Bir sonraki aşama ise pandemi 6 dır. Farklı DSÖ bölgelerinde insandan insana geçişin olabileceği ikiden çok sayıda ülkenin bulunması anlamına gelir.

Nasıl yayılır?

Mevsimsel veya klasik gribin yayılımı gibidir. İnsandan insana hapşırma ve öksürme ile saçılan damlacıklar yoluyla yayılır. Ayrıca el teması da önemlidir. Hasta olan kişiler belirtiler görülmeden bir gün önce ve hastalık boyunca enfeksiyonu yayabilirler. Cansız yüzeylerde (masa, kapı kolu gibi) yaklaşık 2 saat canlı kalabilirler. Bu nedenle el yıkamak önemlidir.

Belirti ve bulguları nelerdir?

Belirtileri mevsimsel gribe benzer, ateş, öksürük, boğaz ağrısı, yaygın vücut ağrıları, başağrısı, titreme ve yorgunluk ön plandadır. Bazı kişilerde ishal ve kusma görülür. Zatüreye bağlı ciddi hastalıklar ve ölümler olabilir.

Korunmak için ne yapılmalı?

En önemli önlem ellerin yıkanmasıdır. Genel sağlık önlemlerine dikkat etmek gerekir, uykusuz kalınmamalı, fiziksel aktivite sağlanmalı, günlük stres kontrol edilmeli, bol sıvı ve besleyici gıdalar alınmalıdır. Hasta kişilerle yakın temastan kaçınmalıdır. Cansız yüzeylerin çamaşır suyuyla silinmesi yeterlidir.

İlacı var mıdır?

Evet. Klasik gripte olduğu gibi oseltamivir veya zanamivir kullanılır. Bu ilaçlar belirtiler görüldükten sonra ilk 2 günde kullanılmalıdır. Ayrıca belirtilere yönelik ilaçlardan da yararlanılabilir.

Yemekle domuz gribi bulaşır mı?

Hayır. Uygun hazırlanmış domuz etini yemekle bulaşma olmaz.

Ülke düzeyinde ne yapılmalı?

Türkiyede henüz olgu yoktur. İlk olgunun saptanabilmesi için sınır geçişlerinde uygun kontroller önemli bir adımdır. Bu amaçla Yeşilköy havalimanına termal kamera yerleştirilmiştir. Vücut sıcaklığı 38 derecenin üzerindeki hastaların saptanması hedeflenmektedir. Grip belirtileri olan herkesin vakit kaybetmeden hekime başvurmaları uygun olacaktır. Her hastane, kuş gribi için hazırlanmış olan salgın planını raflardan indirmelidir.

Seyahat kısıtlaması var mı?

Dünya Sağlık Örgütünün seyahat kısıtlaması ve sınırların kapatılması yönünde bir önerisi yoktur. Ancak hasta olanların seyahat etmemeleri ve hızlıca sağlık kuruluşuna başvurmaları önerilmektedir.


Başkalarına bulaştırmamak için ne yapmalı?

·Öksürürken ve hapşırırken ağız ve burun kapatılmalıdır. Kullanılan mendiller hemen çöpe atılmalıdır.

·Eller sabunlu suyla yıkanmalı, su ve sabuna ulaşılamazsa alkollü temizleyiciler kullanılmalıdır.

·Eller ağız ve buruna götürülmemelidir, virüs bu yolla yayılabilir.

·Hastalardan uzak durulmalıdır.

·Hastalanınca vakit geçirmeden doktora başvurulmalıdır.

·Hastalanınca okula ve işe gidilmemesi önerilir.

10 Türk Erkeğinden 7 si sorunlu

10 Türk erkeğinden 7'si sertleşme sorunu yaşıyor


Sertleşme sorununda dünya standartlarının üst sınırını zorlayan Türk erkekleri son beş yılda 10 milyon tablet ereksiyon ilacı tüketti. Mucize haplara 30 trilyon lira harcadı.



Sertleşme sorununda dünya standartlarının üst sınırını zorlayan Türk erkekleri son beş yılda 10 milyon tablet ereksiyon ilacı tüketti. Mucize haplara 30 trilyon lira harcadı. Viagra ile yerli ilaçların kıyasıya rekabet yaşadığı ereksiyon hapı piyasasına şimdi iki iddialı ürün daha giriyor.

Gelişmeyi olumlu karşılayan Prof. Dr. Emre Akkuş ‘Viagra tedaviyi kolaylaştırınca sorunlu erkeklerin doktora başvurma oranı iki kat arttı. Yeni haplar bu gelişmeyi daha da hızlandıracak’ diyor.

Kod adları ‘Küçük Mavi Hap’, ‘Hafta Sonu Hapı’ ve ‘Portakal Renkli’... Hayat kurtarıyor, soğumaya yüz tutan aşklara ateş katıyorlar. Mercimek büyüklüğündeki mucize haplar sağlık sorunları nedeniyle ereksiyon olamayan ya da yatakta skora kafasına takıp kabus yaşayan erkeklerin kurtarıcısı.

Dünyada sertleşme sorunu yaşayan 150 milyon erkeğin gözü bu hapların üzerinde. Alıcısı çok, karı yüksek ereksiyon ilaçları pazarında rekabet gün geçtikçe kızışıyor.

Sertleşme sorununa karşı ilk tableti Pfizer geliştirdi. Uluslararası Tıp İstatistikleri’ne (IMS) göre bugün dünyada saniyede ortalama 9 Viagra tableti satılıyor. ABD ve Avrupa ülkelerinde geçen yıl iki yeni ilaç daha piyasaya çıktı. 36 saati bulan etkisiyle dikkat çeken ‘Hafta sonu ilacı’ Cialis birkaç ay içinde Avrupa pazarında önemli yer edindi, sadece Almanya’da pazarın yüzde 29’unu ele geçirdi. ‘Portakal renkli hap’ Levitra da rakibi

Viagra’nın tahtını sarstı.

10 TÜRK’TEN 7’Sİ SORUNLU
,
Türkiye ereksiyon ilaçları için cazip pazar. Sertleşme sorunu yaşayan erkeklerin oranı, dünya ortalamalarının üst sınırında seyrediyor. ‘Erektil Disfonksiyon Epidemiyolojisi’ araştırmasına göre, erkeklerin yüzde 69.2’sinde hafif ya da ileri derecede sertleşme sorunu var. Her 100 erkekten 36’sının sorunu ciddi boyutlarda. Bu konudaki dünya ortalamasının yüzde 40-73 arasında değiştiği göz önüne alındığında Türkiye’deki sorunun vahimliği ve tablet pazarının verimliliği görülüyor.

Dünyada oluğu gibi Türkiye’de de satışa sunulan ilk ereksiyon tableti Viagra. İlaç 1999’dan bu yana 2 milyon 52 bin 400 kutu, diğer bir deyişle 8 milyon 209 bin 600 hap satıldı. Aynı işlevdeki yerli ilaçların satışı ise 1 milyon 571 bin 200 kutu, yani 6 milyon 284 bin 800 tableti buldu. Yıllık hacmi 30 trilyon liraya ulaşan ereksiyon ilacı pazarına girmek üzere iki iddialı ürün hazırlık yapıyor. Avrupa’da Viagra’nın tahtını sallayan Clais ve Levitra, Sağlık Bakanlığı’ndan izin alınır alınmaz satışa sunulacak.

HANGİSİ DAHA İYİ BELLİ DEĞİL

Bu üç ilaç piyasaya girdikleri ülkelerde sıkı rekabet halinde olsalar da uzmanlar üçünden birinin, diğerlerine karşı üstünlüğünü kanıtlayacak bilimsel veri bulunmadığını söylüyor.

Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Androloji Bilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Emre Akkuş ilk çıkan ilacın standartları belirlediğini vurgulayarak, iki yeni seçeneğin piyasaya sunulmasını ‘doktor ve hastalar açısından yararlı bir gelişme’ şeklinde değerlendiriyor. ‘Şimdiye kadar ‘al sana Viagra’ diyor gönderiyorduk. Beklenen sonuç alınmazsa başka etkili tablet olmadığından enjeksiyon, vakum, protez gibi yöntemleri öneriyorduk. Şimdi iki seçenek daha olacak’ diyor. Prof. Dr. Akkuş’un dikkat çektiği bir başka gelişme çok daha önemli: ‘Viagra’nın çıkması ve tedavi yönteminin kolaylaşması son yıllarda sorunlu erkeklerin doktora başvurmalarını iki kat artırdı. Hap sayısıyla birlikte, doktorun kapısını çalan sorunlu erkeklerin sayısı da artacaktır.’

Viagra’nın 30 binden fazla taklidi yakalandı

Viagra en çok sahtesi yapılan ilaçlar arasında yer alıyor. Türkiye’de bugüne kadar 30 bin civarında sahte Viagra tableti ele geçirildi. 20 bin civarında ambalaj malzemesi, sahte ilaç yapımında kullanılan makineler ve filmler yakalandı.

'Soğuk havale'ye dikkat !

Ateş belirtisi olmaması nedeniyle ailelerin fark etmekte güçlük çektiği 'soğuk havale', kalıcı sağlık problemlerine neden olabiliyor.

Çekirge Çocuk Hastanesi'nde görev yapan Dr. Selçuk Yüksel, beyindeki kontrolsüz ve istemsiz elektrik boşalımlarının, vücudun el, kol, yüz gibi belirli bölgelerinde bilinç dışı kasılma ve gevşemelere neden olmasına tıpta 'konvülziyon', halk arasında ise 'havale' denildiğini belirtti.

Yüksel, havalenin, ateşin eşlik etmediği şekline 'soğuk havale' denildiğini anlattı:
"Havale geçiren bir çocuk bilincini kaybeder, vücut üyelerinin tümü yada bir kısmında kasılıp gevşemeler olurken, gözler tek yöne kayar ve ağızdan köpükler gelir.

Ancak bu görüntülerin hepsi aynı anda olmak zorunda değildir. Ayrıca sadece kasılma ya da tam tersi sadece ani gevşeme şeklinde nöbetler de olabilir.

Hatta dalma, gülme, tuhaf sesler çıkarma gibi bulgularla ortaya çıkabilen havale nöbetleri de vardır. Havale sırasında dışkı ya da idrar kaçırılması ve havale sonrası eğer çocuk büyükse olayı hatırlamaması tipik bulgulardır. Bu tip nöbetlerin tekrarlaması ise sara (Epilepsi) olarak adlandırılır."

Yüksel, soğuk havalenin çocuklarda birkaç saniyeden dakikalara varan değişik sürelerde görülebildiğine değinerek, "Havale geçirme genellikle beyinde hasar bırakmamakla birlikte, 30 dakikadan daha uzun süre devam eden havale nöbetleri, beyinde uzun süreli oksijensiz kalmaya bağlı olarak kalıcı hasara neden olabilir" dedi.

Ne yapmalı?

Dr. Selçuk Yüksel, en yaygın yanlış uygulamanın, havale geçiren çocuğun soğuk suyun altına tutulması olduğunu söyledi:

"Bir çocuk bir kez dahi soğuk havale geçirse mutlaka konunun uzmanı bir doktora gösterilmelidir. Nöbet sırasında en önemli nokta, çocuğun nefes yolunun tıkanmasını ve beynin oksijensiz kalmasını önlemektir. Bunun için öncelikle yapılması gereken, çocuğun yan yatırılarak ağzını açık tutmaya çalışmaktır.

Aynı anda havale sırasında dilin geriye kaçarak, nefes borusunu tıkaması önlenmiş olur. Havale geçirirken ortaya çıkan istemsiz kol ve bacak hareketleri, çevredeki cisimlere çarpma ve ciddi hasarlanmaya neden olabileceğinden, etraftaki eşyalar uzaklaştırılmalıdır.

Çocuğun yaşamsal işlevleri izlenirken, kısa sürede acil yardım ekibine haber vermek en doğru davranıştır. Havale sırasında eğitimsiz kişiler tarafından yeniden canlandırma girişiminde bulunulmasının çocuğa daha ağır zararlar verebileceği unutulmamalıdır."

Temiz yıkanmayan eller hastalık bulaştırıyor

Grip başta olmak üzere birçok hastalığın eller aracılığıyla bulaştığını belirten uzmanlar, günde sadece birkaç dakikanın ellerin yıkanmasına ayrılması durumunda hastalıklara karşı mücadelenin en önemli adımının atılmış olacağını ifade ediyor.

Uludağ Üniversitesi Veteriner Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Tayar, temiz görünen erişkin bir insan elinin santimetrekaresinde 6 bin adet bakteri bulunabileceği belirtti.

Temiz görünen erişkin bir insan elinin santimetrekaresinde 6 bin adet bakteri bulunabileceği bildirildi.

Uludağ Üniversitesi (UÜ) Veteriner Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Tayar, yaptığı açıklamada gün içinde oldukça fazla kirlenen ellerin sık aralıklarla yıkanması gerektiğini söyledi.

Tayar, temiz gibi göründüğü durumlarda bile erişkin bir insan elinin santimetrekaresinde 6 bin adet bakteri bulunabileceğine dikkati çekerek, şöyle konuştu:

“Elin tamamı ve kirli olduğu düşünüldüğünde milyonlarca bakteriden söz edilebilir. Bu kadar bakteri birden fazla hastalık taşıyabilir. Öksürürken ya da hapşırırken mendil kullanmak yerine ağzımızı elimizle kapatır ve avucumuzun içine hapşırırız. Aynı havayı soluduğumuz diğer kişilerin hastalanmaması için yaptığımız bu davranış sonrasında da aynı insanlarla tokalaşarak ayrılırız. Sonuçta elimizi bir hastalık bulaştırma aracı olarak kullanmış oluruz. Son günlerde sıkıntı yaratan domuz gribi virüsünden sonra doğru el yıkamanın önemi daha çok gündeme gelmektedir. Grip virüsleri ellerde saatlerce canlı kalabilir.”

Elleri ne zaman yıkamalı?

Bulaşıcı hastalıklardan korunmanın en kolay ve etkili yolunun el yıkamadan geçtiğini bildiren Tayar, “15 Ekim, 2 yıldır Dünya El Yıkama Günü olarak kutlanıyor. Dünya genelinde el temizliğine dikkati çekmek için bu etkinlik başlatıldı. Biz de Bursa’da 15 Ekimde 20 bin çocuğa el yıkama eğitimine başladık. Eğitimlerimiz sürüyor. Çevre illerden de destek alıyoruz. Bursa dışında da çocuklara el yıkama eğitimi başlatıldı” dedi.

Tayar, el temizliğinin ihmal edilmemesi gerektiğini vurgulayarak, şunları kaydetti:

“Elleri, yemek hazırlamadan ve yemek yemeden önce, işe başlamadan önce, tuvaleti kullandıktan, yemek yedikten, sigara içtikten, bozulmuş gıda ve çöplere dokunduktan, kimyasal madde kullandıktan, saçları taradıktan veya elledikten sonra yıkamak gerekiyor. Para alışverişinden, burun temizliğinden, kedi, köpek ve diğer tüm hayvanları elledikten sonra da elleri yıkamak hastalıklara yakalanma riskini en aza indirecektir.”

Yaşlanmaya dur diyen bitkiler!

Birçok bitki, bize çeşitli hastalıklarla savaşmakta veya hastalıklardan korunmakta yardımcı oluyor

Birçok bitki, bize çeşitli hastalıklarla savaşmakta veya hastalıklardan korunmakta yardımcı olmakta.Atalarımız bunların değerini bilmiş ve kullanmış.

Birçok bitki, bize çeşitli hastalıklarla savaşmakta veya hastalıklardan korunmakta yardımcı olmakta. Atalarımız bunların değerini bilmiş ve kullanmış. Sonra modern tıptaki ilerlemeler, bunların önemini gölgelemiş, bunlar kısmen rafa kaldırılmış.

Şimdi ise yapılan araştırmalar, her geçen gün bu sağlık kaynaklarına hak ettikleri değeri yeniden vermekte. Bunların bazılarını sebze, meyve veya kurutulmuş halde yiyebilir veya içebilirken, bazılarını ise doğal haliyle değil, besin takviyesi olarak hap veya şurup halinde alabilmekteyiz.

Bunların büyüdükleri toprağın cinsi, sıcaklığı, mevsimi, toplandıklarındaki yetişkin halleri, kurutma prosesleri ve depoda kaldıkları süre etkilerini çok değişken kılar.

Bitkisel maddeler de zarar verebilir

Bunları mutlaka doktorunuzun önerisiyle kullanmak gerekir, çünkü herhangi bir madde vücuda yarar sağlıyorsa zarar da verebilir. Bitkisel demek, zarar vermez demek değildir. Bazen etkileri kullanılan ilaçların etkileriyle veya alınan diğer besin takviyelerinin etkileriyle birleşerek beklenmeyen durumlara sebep olabilir.

Yaşlanmayı yavaşlatmaya yardımcı olan tıbbi bitkiler çok çeşitlidir. En az 2500’ü bilinmektedir. Bu çok çeşitli yararlı dostları zaman zaman sizlere anlatacağım. Antioksidan özelliği olan bu bitkilere birkaç örnek:

Ginkgo Biloba: Ginkgo Biloba günümüzde varlığını sürdüren hiçbir yakın türü veya benzeri bulunmayan, tamamıyla kendine özgü bir ağaçtır. Bilimsel araştırmalar Alzheimer hastalığında, hafıza güçlendirme ve baş dönmesini önlemede, zihinsel yoğunlaşmayı artırmada gingko özünün yararları bulunduğuna işaret etmekte. Ayrıca kollar, bacaklar, eller, ayaklar ve beyne kan akımını artırmakta, beyin işlev kapasitesini yükseltmektedir.

Devamlı dikkat gerektiren veya yoğun ve stresle çalışanların; dikkat, enerji ve performansını artırmak için önerilir. Stresten kaynaklanan unutkanlık için doğal bir çözümdür. Konsantrasyon ve hafızayı güçlendirirken aynı zamanda enerji takviyesi de sağlar. Genelde dolaşımı, ama özellikle beyne giden kan dolaşımını artırır. Böylece beyne bol oksijen gider ve bu çok önemlidir, çünkü beyin hücreleri düşük oksijen seviyesine karşı çok hassastır ve kolayca ölürler.

Üzüm çekirdeği: Üzüm çekirdeği (Grape seed) güçlü bir antioksidan ve serbest radikal temizleyicisidir. Serbest radikaller, normal hücrelere saldırabilen, onları harap eden ya da mutasyona uğratan dengesiz oksijen molekülleridir.

Üzüm çekirdeği, keşfedilen en kuvvetli doğal antioksidanlardan biridir. Antioksidanlar, en etkin anti-aging (yaşlanmayı geciktirme) gereçlerinden biridir. Antioksidanların yardımıyla hastalıkların oluşumu önlenebilir, hormonal denge korunabilir, yaşlanma süreci geciktirilebilir.

Üzüm çekirdeği bağ dokusunu da güçlendirir. Cildi daha sıkı ve elastiki yapar. Yaşlılık lekelerinin tedavisinde yararlıdır. Daha az kırışıklığa neden olan kan damarlarının genişlemesi ve kasları rahatlatma konusunda etkilidir. Üzüm çekirdeği ayrıca kötü kolesterolü (LDL) düşürme özelliğiyle kalp ve damar sağlığını korumaya da yardımcıdır.

Siyah üzüm kabuğu:

Siyah üzümlerin kabuğunda, bitki ve meyvelerde bol miktarda bulunan resveratrol, kırmızı şarapta da yoğun bulunur.

Siyah üzümlerin kendini korumak için ürettiği resveratrol, insanda da koruyucu etki göstermektedir.

Kanser gibi hastalıklarda önleyici etkisinin olduğunu gösterilen resveratrol molekülü, normal hücreyi kanserli hücreden ayıran nadir maddelerden de biridir.

Siyah üzümün içindeki resveratrol ayrıca kalbi koruyan ve kolesterolü düşüren aynı zamanda 'Sirt-1’ adı verilen kilo kontrolünden sorumlu geni düzenleyen bir maddedir.

Resveratrol kuvvetli antioksidan fonksiyonuyla hücrelerin en önemli koruyucusudur. Harvard Üniversitesi gibi üniversitelerin araştırmaları, siyah üzümün günlük beslenmeye katılmasının çok çeşitli yararlar sağlayabileceğini göstermekte.

Sarmısak: Yıllardır bilinen ve önemi gün geçtikçe daha çok anlaşılan sarmısak, kolesterol ve trigliseridleri düşürücü etkiye sahiptir. Ek olarak tansiyon düşürücü ve vücuttaki zararlı maddeleri etkisiz hale getirmede yardımcıdır. Kardiyovasküler (kalp-damar sistemi) hastalıklara karşı çok önemli doğal bir silahtır.

Kışın adaçayı ile hastalıklardan korunun

Uzmanlar, kış aylarının yaklaştığı şu günlerde hastalıklara karşı dirençli olabilmek için ham olan, işlenmemiş yani yaprak yaprak olan adaçayı, kekik gibi bitkilerin ve koruyucu etkisinden dolayı yeşil çayın bol miktarda tüketilmesi gerektiğini belirtiyor.

Adaçayı ve kekik, Türkiye’de bol miktarda yetişiyor. Bunların ihtiva ettiği maddeler flavinoidler ve proantrosiyadindir. Bunların ikisinin de antioksidan etkisi bulunuyor.

Ayrıca fito kimyasal (bitkisel kimyasal) maddeler ihtiva ediyor adaçayı. Suda tabii ki çok hızlı eriyor ve hızla bağırsaktan kana karışıyor. Antioksidan etkisi yani enfeksiyonlardan, kanserden koruyucu etkisi, diğer maddelerden çok daha fazla.

Genç kalmak için

Adaçayının; E vitamininden 50 misli, vitamin C’den 20 misli daha fazla bir antioksidan etkisi bulunuyor.

Ayrıca adaçayının, C vitamininin etkisini artırıcı özelliği var. Beyin, omurilik sıvısına geçiyor ve antioksidan etkisini, beyinde de gösteriyor.

Adaçayı, santral sinir sistemini koruyor, yani oksidasyondan koruyor. Bu da bir anlamda beyindeki yaşlanmayı geciktirmesi demektir.

Adaçayının karaciğere de olumlu etkisi var. Örneğin karaciğere dokunan ağrı kesiciler, toksik maddeler var. Karaciğere dokunan bu maddeleri etkisiz hale getiriyor.

3 kadından 1'i kemik erimesi riski taşıyor

Türkiye'de 3 kadından birinin kemik erimesi riski taşıdığı, hastalığa bağlı olarak kalça kırıkları oluşan 65 yaş üstü kadınlardan yüzde 20'sinin de bir yıl içinde hayatını kaybettiği belirtiliyor.
Adana'da özel bir hastane tarafından gerçekleştirilen ve kentteki 5 bin kadının kemik erimesi hakkında bilgilendirilmesi amacıyla düzenlenen toplantıda, AA muhabirine açıklamalarda bulunan, bir özel hastanenin Kalça Cerrahisi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Emre Toğrul, halk arasında ''kemik erimesi'' olarak bilinen osteoporozun, yapı değişikliği ve zayıflamaya bağlı olarak kemiklerin çabuk kırılır hale gelmesine neden yol açan bir hastalık olduğunu belirtti.

Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de özellikle ileri yaşlarda sıklıkla karşılaşılan bu hastalığın, meydana gelen kırıklarla kişinin yaşam kalitesini önemli ölçüde etkilediğini belirten Toğrul, ''Türkiye'de her 3 kadından birinde kemik erimesi olduğu tahmin ediliyor. Erkeklerde daha az, her 8 erkekten birinde görülüyor'' dedi.

Kemik erimesi nedeniyle kalça kırığı olan 65 yaş üstü kadınlarda ölüm riskinin de arttığını belirten Prof. Dr. Toğrul, kalça kırığı geçirmiş 65 yaş üstü 5 kadından birisinin, bir yıl içinde hayatını kaybettiğini bildirdi.

Kemik erimesiyle ilgili tedavinin çocukluktan başladığını belirten Toğrul, şöyle konuştu:

''20-30 yaşına kadar, alınan besinler, güneş ve vücudumuzun da etkisiyle kemik biriktirebiliyoruz. Ama 30-40 yaşını geçtikten sonra kemik biriktirmek mümkün değil, olanı sağlıklı kullanmamız lazım. Bunun için yediğimiz yiyecekler, güneş, egzersiz yapma, kemik erimesine yol açan bazı ilaçları kullanmamak önemli. En önemlisi, artarak giden kemik erimesi varsa, tedavisinin yapılması lazım.

Kalsiyum açısından zengin gıdalar, belli orandan fazla alkol, çay, kahve, sigara, yağlı yiyecekler, tuz gibi gıdaların günlük dozunun çok üstünde alınmaması gerek. Bu gıdaların fazla alınması, vücudun alabileceği kalsiyumu engelliyor. Vücutta kalsiyum yok, dışardan alıyoruz. Eğer dışardan yeterince kalsiyum fosfor alamazsak, vücudumuz zaman içinde bu kalsiyum fosfor ihtiyacını, yani sinir, kas ve kalp için gerekli kalsiyum miktarını, kemiklerden çözüp alıyor. Böylece kemik erimesi başlıyor. Eğer bunu dengeleyemezsek yaşamımız içinde kırıklar oluşuyor.''

EKONOMİYE DE YÜK

Kemik erimesinin küçük yaşlardan itibaren kontrol altında tutulması gerektiğini anlatan Toğrul, ileri yaşlarda artan kırık vakalarının ise ekonomiye ciddi bir yük getirdiğini bildirdi.

Toğrul, kemik sağlığı kötü olan bir kadının, iyi olanla karşılaştırıldığında ameliyat maliyetinin 7 kat fazla olduğunu kaydederek, ''Bu durum sağlıklı bir nesille önlenebilir'' diye konuştu.

Araştırmalara göre dünyada her yıl osteoporoza bağlı 1,7 milyon kalça kırığı vakasının bildirildiğini belirten Toğrul, bu sayının 2050'de dünya çapında 6,3 milyona ulaşmasının tahmin edildiğini vurguladı.

EĞİTİMİN ÖNEMİ

Kemik erimesi ile mücadelede en önemli unsurun eğitim olduğuna dikkati çeken Toğrul, özellikle kadınların hastalık konusunda bilinçlendirilmesi gerektiğini söyledi.

Eğitim faaliyetleri kapsamında hasta olarak ''5 Bin Kadına Kemik Okulu'' projesini başlattıklarını anımsatan Toğrul, bu tür faaliyetlerin artarak devam etmesi gerektiğini belirtti.

Toğrul, hastalık konusunda bilgi sahibi olan kadınların, öğrendiklerini çocuklarına aktarmasının önemine vurgu yaptı.

Sırt ağrısından korunmak için 10 tavsiye

Yanlış oturma, duruş bozukluğu, fazla uzanma veya ağır kaldırma gibi davranışların hepsi sırt ağrılarına yol açıyor. Ama bunların hepsinin bir çaresi var. Yeter ki siz üşenmeden doktorların ve uzmanların tavsiyelere kulak verin.
New York Üniversitesi Tıp Okulu'ndan kas ağrıları araştırması direktörü Dr. Norman Marcus, sırt ağrısından korunmanın yollarını şöyle anlatıyor:

1. Yatağınız sorun oluşturabilir. Fizikçiler, yatakta ani hareket etmemenizi , çok dönmemenizi ve yay sistemi bozulan yataklardan kurtulmanızı öneriyorlar.

2. Ekranı görmek için başınızı kaldırdığınızda kaslarınızın boynunuzda ağrıya yol açmasına rağmen, uzanırken televizyon izlemek ya da kitap okumak sırt ağrısından kaçınmanın en iyi yoludur.

3. Uzun süre belirli bir pozisyonda kalmak vücudunuzdaki postüral kaslarınız üzerinde baskı yapar. Bunu önlemek için sık sık pozisyon değiştirin.

4. Bacaklarınızı uzatın. Doktorlar, belirli bir yerde (örneği, tiyatro ya da sinemada) saatlerce oturuyorsanız, bacaklarınızı uzatmanızı tavsiye ediyorlar. Bu sırtınızın ve kalça kaslarınızın hareket etmesine yardım eder.

5. Düzenli olarak kullanılan ev aletlerini kolayca erişilebilir raflara koyun. Böylece eğilmek ya da yukarıya uzanmak zorunda kalmazsınız.

6. Cüzdanınızı arka cebinize koymayın. Marcus, erkeklerin otururken cüzdanlarını arka ceplerine koymalarının kronik ağrıya neden olabileceğini belirtiyor.

7. Ağır eşyalar kaldırmaktan kaçının. Eğer kaldırmanız gerekiyorsa, birinden yardım isteyin ve yardım gelene kadar bekleyin.

8. Kaldırmak zorunda kaldığınızda ise, dizleriniz ve kalçanızla eğilin. Ağır nesneleri kaldırırken eşyayı vücudunuza yaklaştırın. Böylece bacak kaslarınız maksimum basıncı taşıyacaktır.

9. Kar kürelemeye başlamadan önce kısa bir yürüyüş yapmak iyi bir fikirdir. Aynı zamanda, daha küçük kürek palası, aldığınız kar kümelerini sınırlandıracaktır. Çünkü kar oldukça ağırdır.

10. Kadınlar, hamilelikten ve postüral ile karın kaslarını güçlendirdikten sonra kilo vermeyi denemeli. Çünkü bu kaslar hamilelikte güçlerini kaybeder ve gerginleşir.

Alkol ve sigara uyuşturucudan daha tehlikeli

İngiliz hükümetinin uyuşturucu kullanımıyla ilgili danışmanı Profesör David Nutt, alkol ve sigaranın hint keneveri ve ecstacy gibi bazı uyuşturuculardan daha tehlikeli olduğunu savundu.
Sky televizyon kanalının haberine göre, Prof. Nutt, "Sigaranın kanser yapma riskinin yüksek olduğu düşünüldüğünde, hint kenevirinin ruhsal bozukluklara bağlı hastalıklara neden olma riski oldukça düşük" dedi.

King's College'da verdiği bir derste bu görüşleri dile getiren Nutt, alkol ve tütünün uyuşturucu maddelerin sınıflandırılmasında diğer yasal olmayan uyuşturuculardan ayrı tutulmasını savundu.

Prof. Nutt ayrıca, "ecstacy kullanmanın ata binmekten daha tehlikeli olmadığını" söyledi.

Sky'ın haberine göre, Birleşik Krallık İçişleri Bakanlığı, bu görüşlerin Prof. Nutt'ın kişisel görüşleri olduğunu, hükümetin konuya ilişkin görüşlerini temsil etmediğini duyurdu.

Birleşik Krallık'ta bu ay başında açıklanan rakamlarla ülkede uyuşturucu tedavisi görenlerin sayısında artış olduğu duyurulmuştu.

Ülkenin ulusal sağlık sistemi (NHS) tarafından açıklanan rakamlara göre, İngiltere'de 207 bin 580 kişi uyuşturucu tedavisi görüyor

Eklemde şişlik iltihaplı romatizmanın habercisi

Eklemde ağrı yanında şişlik bulunmasının ve şişliğin eklem çevresinde değil özellikle eklemde olmasının ''artrit''in (iltihaplı romatizma) habercisi olabileceği belirtildi
Eklemde ağrı yanında şişlik bulunmasının ve şişliğin eklem çevresinde değil özellikle eklemde olmasının ''artrit''in habercisi olabileceği belirtildi.

Uzmanlar, eklemlerde bir haftayı geçen ağrı ve şişlik şikayeti durumunda, mutlaka romatoloji uzmanına başvurulması gerektiği uyarısında bulundu.

10. Ulusal Romatoloji Kongresi Düzenleme Kurulu Üyesi ve Dünya Artrit Günü Bilimsel Danışmanı Prof. Dr. Ayhan Dinç, AA muhabirine yaptığı açıklamada, halk arasında iltihaplı romatizma olarak bilenen artritin, eklemlerde vücut tarafından üretilen iltihap sonucu oluşan hastalıkların genel ismi olduğunu söyledi.

Artritin, onlarca çeşidi olduğunu ve bazı türlerinin çok ağır, bazılarının ise dönem dönem kendini gösteren hafif şiddette seyrettiğini anlatan Dinç, el ve ayak eklemleri gibi çevre eklemleri etkileyen romatoid artrite (RA) ve omurgayı etkileyen spondiloartritlerin (örneğin ankilozan spondilit) bu bağlamda en önemli hastalıklar olduğunu belirtti. Dinç, bu hastalıkların bir kısmının sadece eklemeleri (sistemik lupus eritematoz) bazılarının ise akciğer, kalp ve böbrekler gibi hayati organları etkilediğini bildirdi.

Eklemlerde hissedilen her ağrının ''artrit'' belirtisi olmadığına dikkati çeken Dinç, ''Eklem çevresindeki bağlar ve tendonlar gibi dokular ağrıların kaynağı olabilir. Örneğin, parmak eklemlerindeki artritte, ağrı yanında gelişen şişlik yüzüğün çıkarılmasını güçleştirebilmektedir'' dedi. Parmağın tümünün değil, ağrılı eklemdeki şişliğin fark edilmesinin önemli olduğunu kaydeden Dinç, bunun hafife alınmamasını, herhangi bir eklemde 1 haftayı geçen şişlik ve ağrının mutlaka bir romatoloji uzmanına gösterilmesi ve artrit açısından değerlendirilmesi gerektiği uyarısında bulundu.

''TEDAVİ İÇİN ŞİKAYETLERİN ALTI HAFTAYI GEÇMESİ GEREKİYOR''

Şikayetlerin ''Altı haftadan fazla sürmesi'' halinde artrit tanısı konularak esas tedavinin başlaması gerektiğini anlatan Dinç, hastalığın etkili tedavisinde erken tanının çok önemli olduğunu söyledi. Dinç, erken tedavi sayesinde hastalığın ilerlemesi sonucu eklemlerde gelişebilen hareket kısıtlığının engellenebildiğini vurgulayarak, şunları kaydetti:

''Hastalığın ilerlemesi durumunda söz konusu eklemlerde hasar görülebilir. Örneğin, kişiler ellerini kollarını kullanamaz, belini ve boynunu eğemez hale gelebiliyor. Ancak, şu an yeni ilaç uygulamaları sayesinde, erken dönemde tanı aldığında ve tedaviye başlandığında, hastalarımız el, ayak, kol, bacak ve omurgasının işlevlerini kaybetmeden ömrünü tamamlayabilir. Hastayı, eklemde hasar gelişmeden tedavi ettiğimizde, diğer sağlıklı bireyler gibi yaşamına devam edebilir.

Eklemde şekil bozukluğunun gelişmesi, hastalığın artık erken evreyi geçtiğinin göstergesidir ve bundan sonra tedavi ile eklemdeki şekil bozukluğunun geri dönüşü olmaz, ancak daha da ilerlemesi engellenebilir.''

Yeni ilaç tedavilerinin yurt dışında 8-10 yıldır kullanıldığını, Türkiye'de ise son birkaç yıldır kullanım sıklığının arttığını dile getiren Dinç, yeni ilaçlarla tedavide yüksek başarı elde edildiğini bildirdi. Dinç, artrit yakınmalarının hemen hepsinin erken dönemde olmak koşuluyla tedavi edilebildiğini ve çoğu hastada ilaç kullanımının sürekli olmasını önerdiklerini vurguladı.

İltihaplı olmayan ve bir iki hafta içinde geçen eklem ağrılarının, zorlanma, ağır kaldırma, ters hareket yapma ya da kasları zedelemeye bağlı ortaya çıktığını belirten Dinç, bu tip ağrıların ve şişliğin birkaç günlük istirahat sonrasında kendiliğinden ortadan kalktığını kaydetti.

''SİGARA TÜKETİMİ, ROMATOİD ARTRİT GELİŞİMİNDE DE ETKİLİ''

Dinç, hastalığın genellikle genç erişkin yaş grubunda görüldüğüne dikkati çeken Dinç, ankilozan spondilitin daha çok 20'li yaşlarda, romatoid artritin ise 30'lu yaşlarda kendini gösterdiğini, ancak tüm yaş aralıklarında görülebildiğini söyledi.

Artrit hastalıklarının nedeninin tam olarak bilinmediğini belirten Dinç, genetik ve çevresel faktörlerin hastalığın oluşumunda önemli bir rol oynadığının düşünüldüğünü anlattı.

Dinç, son yapılan araştırmalarda sigara kullanımının bir risk faktörü olduğunun tespit edildiğine dikkati çekerek, ''Sigara tüketiminin, romatoid artrit gelişiminde etkili olduğu belirlendi. Bazı bilim adamları, bu hastalığın 1800'lü yıllardan önce görülmemesinin nedenini, sigaranın henüz yeni dünyadan eski dünyaya gelmemesine bağlıyorlar. Çalışmayla, sigaranın, bağışıklık sistemini olumsuz etkilediğini öğrenildi. Yakın zamana kadar bu bilinmiyordu, şimdi bunun etkisinin ne kadar önemli olduğuna dair çalışmalar yapılıyor'' diye konuştu.

İltihabi olsun olmasın tüm artritlerin herkesin başına gelebileceği için, o dönemde gelişebilecek sorunlarla baş edebilmek için, güçlü kemik ve kas yapısının sağlanması, ideal kilonun korunmasına özen gösterilmesi gerektiğini sözlerine ekledi.

ABD'de virüs bulaşanların sayısı 6 milyon

ABD'de domuz gribine yol açan H1N1 virüsü bulaşanların sayısı 6 milyona yaklaştı.

ABD Hastalık Kontrol Merkezi (CDC) yetkilileri, yeni salgının başladığı nisan ayı ortalarından 23 Temmuza kadar olan sürede ülke genelinde virüs bulaşanların sayısının 1,8 milyon ile 5,7 milyon arasında olduğunu tahmin edildiğini, aynı sürede domuz gribi nedeniyle hastaneye kaldırılanların sayısının ise 9 bin ile 21 bin arasında olduğunu söyledi.

CDC tarafından yayımlanan ''Emerging Infectious Diseases'' dergisinin internet sitesinde yer alan makalede, söz konusu rakamların salgınla ilgili tüm gelişmelerin ve ayrıntıların göz önüne alınarak hesaplandığı belirtildi.

Belirlenen rakamları değerlendiren bilim adamları, virüs bulaşanların çoğunluğunda hastalığın hafif düzeyde olduğunu, test veya tıbbi müdahale gerektirmediğini belirterek, her doğrulanan vakanın 80 başka vakanın, her hastanaye kaldırılma olayının da benzeri 3 olayın göstergesi olabileceğini dile getirdi.

CDC yetkililerinden Dr. Anne Schuchat da, Atlanta'da düzenlenen basın toplantısında, son dönemde hastaneye kaldırılma ve vakaların doğrulanmasında bir düşüş olduğuna işaret etti.

Schuchat, ''dolayısıyla temmuz sonlarından itibaren hesaplama yapılamadığını, bu nedenle şu anda milyonlarca Amerikalıya virüs bulaşmış olduğunun tahmin edildiğini'' kaydetti.

Hastanenin 'hasta kabul edemem'ine son

Özel ve kamu hastanelerinin acil servislerinin işleyişinin yeniden düzenlendi. Düzenlemeyle hastanelerin ''vakayı kabul etmiyorum'' gibi bir lüksü kalmayacak. Acil serviste hastanın aciliyetine göre alanlar belirlenecek.

Sağlık Bakanlığı Tedavi Hizmetleri Genel Müdür Yardımcısı Orhan Koç, özel ve kamu hastanelerinin acil servislerinin işleyişinin yeniden düzenlendiğini belirterek, bu düzenlemeyle hastanelerin ''vakayı kabul etmiyorum'' gibi bir lüksünün olmayacağını bildirdi.

Antalya'nın Belek beldesinde düzenlenen 5. Türkiye Acil Tıp Kongresi'ne katılarak, acil tıp uzmanlarına 16 Ekimde yayımlanan ''Yataklı Sağlık Tesislerinde Acil Servis Hizmetlerinin Uygulama Usul ve Esasları Hakkında Tebliğ'' hakkında bilgi verdi.

Koç, AA muhabirine yaptığı açıklamada da, Sağlık Bakanlığının tebliği uyarınca iki ay içerisinde kamu, üniversite ve özel hastanelerin acil servislerinin aynı standarda getirileceğini hatırlattı. 112 komuta merkezlerinin acil vakalarla ilgili tek yetkili olacağı sistemle artık acil hastaların hastane hastane dolaştırılmayacağına işaret eden Koç, şunları kaydetti:

''Yayımlanan tebliğ ile özel ve kamu hastanelerin tümünün acil servislerinin işleyişlerine yeniden düzenleme getirildi. Acil servisler fiziki mekan şartlarından, tıbbi donanımlarına ve insan kaynaklarına kadar standardize edilecek. İl sağlık müdürlükleri bünyesinde kurulan komisyonlar, iki ay içerisinde tüm hastanelerin acil servislerini gözden geçirerek seviyelendirecek.

Hastanelerin hasta kapasitesi, vakaların özelliği ve branşlara göre ağırlıklı oranı, fiziki şartları, bulundurduğu malzeme, tıbbi donanım ve personelin niteliği, hizmet verdiği bölgenin özellikleri, bulunduğu konum, bünyesinde faaliyet gösterdiği sağlık tesisinin statüsü gibi ölçütler dikkate alınarak üç ayrı seviyeye ayrıldı. Bu şekilde komuta merkezi acil hastaları, hastanenin sahip olduğu şartları göz önünde bulundurarak sevk edecek.''

NEDEN İHTİYAÇ DUYULDU?

Koç, Sağlık Bakanlığının karadan ambulans sayısını artırarak ve hava ambulansları ile paletli ambulansları devreye sokarak hastaya ulaşma süresini il merkezlerinde 8, köylerde ise 25 dakikaya indirdiğini vurguladı.

Tüm bunlara ve hastanelerin yoğun bakım yatak kapasitelerinin artırılmasına rağmen, koordinasyonsuzluk nedeniyle acil vakalarda zaman kayıpları yaşanabildiğini dile getiren Koç, şöyle konuştu:

''Özellikle vaka alındıktan sonra bir hastaneden diğerine nakil esnasında ciddi sıkıntılar oluşabiliyor. Bunların çözümü için üniversite, özel sektör ve Sağlık Bakanlığı hastanelerinin tümünü yönetecek, koordine edecek bir komuta kontrol merkezine gerek vardı. Bu düzenlemeyle 112 Komuta Merkezini yetkili kılıyoruz. 112 merkezindeki ilgili kişi, vakanın tedavisinin hangi hastanede yapılacağına dair kanaatini ortaya koyacak ve o hastaneyi belirledikten sonra hastayı sevk edecek.

Hastanelerin, 'vakayı kabul etmiyorum' gibi bir lüksü olmayacak çünkü kendisine verilen rol, sorumluluk bu. Yaşanan vakalara baktığımız zaman esas problemin iletişimsizlik ve koordinasyonsuzluktan kaynaklandığını görüyoruz. Acil bir hastanın tedavisiyle ilgili ciddi donanımlı hastanelerimiz olmasına rağmen vakanın oraya ulaştırılmasında sıkıntı oluyor.''

ACİLLERDE NE DEĞİŞECEK

Koç'tan alınan bilgiye göre, hastaları acil servislerde sağlık ekipleri karşılayacak. Sağlık ekipleri, hastaların şikayetlerini dinleyerek önceliklerini belirleyecek. Tedavide öncelikli hastalar ''sarı'' alana, daha acil olanlar ise ''kırmızı'' alana alınacak. Ayakta başvuran hastalar ise ''yeşil'' alanda doktor bekleyecek.

Tetkik ve tahliller için gerekli numuneler hastaların bulunduğu yerde alınarak, görevli personel tarafından ilgili birimine ulaştırılacak. Hastalara görüntüleme birimlerine de sağlık personeli ya da hostesler refakatinde gidecek.

Acil servisin kurulu bulunduğu sağlık tesisinde aynı uzmanlık dalından 6 ve üzeri sayıda uzman doktorun görev yaptığı branşlarda her bir uzmanlık dalı için acil branş nöbeti düzenlenecek. Doktorlar branş nöbetlerini servislerde değil acil servis bünyesinde oluşturulacak muayene odalarında tutacakl

Depresyona karşı sorun çözme terapisi

Psikolojik rahatsızlığı olan insanlar günlük hayattaki sorunlarını çözemedikleri için daha çok sorun yaşıyorlar. Depresyondaki insanların iyileşmesi için sorun çözme terapisi uygulandığında başarılı sonuçlar alınıyor.
Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof Dr. Mehmet Eskin, psikolojik rahatsızlığı olan insanların günlük yaşamda karşılaştıkları sorunları kendi başlarına çözemediğini, bu nedenle sorunlarını çözemeyenlere yönelik uygulanan sorun çözme terapisi yardımıyla, depresyondakilerin yüzde 95'inin iyileştiğini gördüklerini bildirdi.

Eskin, AA muhabirine yaptığı açıklamada, depresyon ve intiharın önemli bir halk sağlığı sorunu olarak ortaya çıktığını belirterek, özellikle gençler arasında intihara bağlı ölüm oranlarının düşük olmasına rağmen, intihar düşünce ve girişimlerinin yaygın olduğunu bildirdi.

Kişinin yaşamını kendi eliyle sonlandırma isteğinin altında yatan süreçlerin karmaşık olduğunu; biyolojik, psikolojik, toplumsal bir çok etmenin birlikte rol oynamasıyla harekete geçtiğini dile getiren Eskin, insanları, kendini öldürmeye iten en önemli nedenlerin başında psikiyatrik rahatsızlıkların geldiğini vurguladı.

Kişinin intihar davranışına yönelmesi için sorun çözme becerisi düzeyinin düşük olmasının yanı sıra, çözülmesi gereken olayların başına gelmiş olması gerektiğini söyleyen Eskin, intihar davranışının sorun çözme becerileri düşük ya da yetersiz olan ve yüksek yaşam stresi yaşayan kimseler arasında en yoğun olarak görüldüğünü belirtti.

Eskin, psikolojik rahatsızlıkları olan insanların günlük karşılaştıkları olayları çözemediklerinin görüldüğünü, insanların kendi sorunlarını çözebilmelerinin önemli bir başarı sayıldığını belirtti. İntihar eden, depresyona giren insanların önemli bölümünün problem çözme becerilerinin yeterli düzeyde olmadığını vurgulayan Eskin, bu kapsamda sorun çözme terapisinin intihar ve depresyonu önlemeye etkileri üzerine 5-6 yıl süreyle araştırma yürüttüklerini anlattı.

Bu araştırmanın sonuçlarının ABD'de konuyla ilgili bir dergide yayımlandığını ve sonuçları kitap halinde bastırdığını da ifade eden Prof. Dr. Eskin, kitaba konu olan araştırmayla ilgili de şu bilgileri verdi:

''Araştırma kapsamında Aydın Lisesi, ADÜ ve ODTÜ'nden depresyon tanısı konulan toplam 46 öğrenciyi terapiye aldık. Öğrencilerden 27'si üzerinde altı seans süren ve haftada bir kez gerçekleşen sorun çözme terapisi uyguladık, diğer öğrencileriyse beklettik. Daha sonra gençlerin hepsini benlik saygısı, özgüven, intihar riskleri, problem çözme becerileri, insanlar arası ilişkiler konularında ölçmeye tabi tuttuk.

Yapılan ölçümlerde, sorun çözme terapisi alan tedavi grubunun, tedavi sonrası depresyon ve intihar riskinin, tedavi öncesine göre düştüğünü tespit ettik. Bekleme sürecindeki öğrencilerin ise sorun çözme ve risk faktörleri aynıydı. Tedavi gören grubun benlik saygısı, özgüveni, kişiler arası ilişkilerinin de arttığını belirledik. Bu durum sorun çözme terapisinin depresyon ve intihar risklerini düşürdüğünü ortaya koydu. Tedavi sonrası yüzde 95 oranında bu kişilerin depresyondan kurtulduğunu gördük. Beklemeye alınanların ise iyileşme oranı ancak yüzde 10'da kaldı.''

Sorun Çözme Terapisi'nin son derece etkili bir yöntem olduğunu ifade eden Prof. Dr. Eskin, Türkiye nüfusunun son derece genç bir nüfus olduğu göz önüne alındığında, bu yöntemin ulusal sağlık ve ülke ekonomisine çok büyük katkı sağlayacağını sözlerine ekledi.

Aspirin, nerede nasıl kullanılmalı ?

Aspirin, son yüzyılın en önemli ilaçlarından biri, belki de birincisidir. Bu ucuz ama etkili ilaç nerdeyse bir ‘ev doktoru’, bir ‘acil hemşire’ gibidir.

Ağrı ve ateşle ilgili sorunlarınızın çözümü için size 100 yıldır yol arkadaşlığı yapan bu mucize ilacın her 10 yılda yeni bir yararı keşfediliyor.

YİRMİ-otuz yıl önce koroner kalp hastalığından koruma sağlayabildiği anlaşılmıştı. 10-15 yıl evvel frelç-inme sorununu da önlemede kullanılmaya başlandı. Son yıllarda ise migrenden kalın bağırsak kanserine, ateroskleroza bağlı bellek kaybından Alzheimer’e kadar farklı bir çok alanda da koruma sağladığı anlaşıldı. Bir kaç yıl içinde ‘Aspirin gençleştiriyor, güzelleştiriyor’ diye(!) bir haber okursanız sakın şaşırmayın.

Araştırmalar, aspirinin ağrıyı kesmek ve ateşi düşürmekden daha önemli marifetlerinin olduğunu gösteriyor: Aspirin kanı sulandırıyor, inceltiyor, pıhtı oluşmasına ve damarların pıhtılarla tıkanmasına engel olabiliyor. Bu nedenle kalp krizinden, inme-felçten korunmada da aspirinin yardımcı olabileceği biliniyor. Aspirin migren krizlerini engelleyebiliyor. Kalın bağırsak kanseri gibi bazı kanserlerin önlenmesinde vücudunuzu destekleyebiliyor.

KALP RİSKİ YÜKSEKSE

Aspirin, damar içinde dolaşan ve pıhtılaşma sürecinin en önemli oyuncularından biri olan ‘trombosit’ isimli hücrelerin birbirlerine ve damar iç yüzeyine yapışma yeteneklerini azaltıyor. Damarın içinde ve duvarında pıhtı oluşumunu önlüyor. Özellikle kalp hastalığı ve inme-felç riski yüksek olanların düzenli aspirin kullanımı ile kalp krizinden korunabileceklerinin anlaşılması, koruyucu tıp alanında son yılların en önemli buluşudur. Zararlı kolesterolü yüksek, faydalı kolesterolü düşük, kan basıncı yüksekliği ve/veya şeker hastalığı gibi sağlık sorunları olan, sigara kullanma ve egzersiz azlığı gibi risk faktörlerinin yoğun olduğu erkeklerde damarsal sorunlara karşı aspirin ile koruma yapılması akılcı bir stratejidir.

Aspirinin koruyucu etkisi, koroner kalp hastalığı riski taşıyan orta yaşlı kadınlarda, erkekler kadar belirgin değildir. Bununla birlikte 65 yaş üzerindeki kadınlarda, özellikle yüksek koroner kalp hastalığı riskleri de mevcutsa aspirinin koruyucu etkisinden yararlanmakta fayda var. Eğer kalp krizi geçirmiş biri iseniz, erkek veya kadın olun fark etmez, eğer kullanmanıza engel olacak ciddi bir sorun söz konusu değilse, aspirinin koruyucu şemsiyesi altına girmenizi öneriyoruz.

İNMEYİ ÖNLEYEBİLİR

Eğer daha önceden inme-felç geçirdiyseniz her gün düzenli olarak aspirin kullanmanız, yeni bir felç riskinden sizi koruyabilir. Tıbbi öykünüzde tekrarlayan ‘beyin iskemisi’ atakları varsa, aspirinin koruyucu etkisinden yararlanabilirsiniz. Düzenli koryucu aspirin kullanımı bu geçici iskemi ataklarının bir inme-felç ile sonuçlanmasını önlemede oldukça yararlı ve güvenli görünüyor.

Koruyucu amaçlı aspirin kullanımı alanı son yıllarda biraz daha genişlemiştir. Kalp sağlığını korumak, kalp hastalığını engellemek için düzenli olarak aspirin kullanımı kırklı yaşları geçen her erkek ve menapoz sürecine giren her kadın için önerilmeye başlanmıştır. Eğer kalp-damar hastalığı riski yüksek biriyseniz aspirin kullanmaya daha genç yaşlarda başlayabilirsiniz.

GÜNLÜK DOZ ÖNEMLİ

Koruyucu amaçlı aspirin kullanımı, bir günlük dozlar 81-325mg arasında değişmektedir. Hangi dozda aspirin kullanırsanız daha çok yararlanacağınız konusunda en doğru kararı doktorunuz verecektir. Kullandığınız diğer ilaçlara, taşıdığınız sağlık risklerine ve aspirine karşı duyarlılığınıza bağlı olarak doktorunuz size en uygun dozu belirleyecektir. Hipertansiyon, şeker hastalığı ve diğer sağlık sorunları nedeniyle kullandığınız diğer ilaçlar da aspirin dozunun belirlenmesinde önem taşıyacaktır.

ALZHEIMER VE KALIN BAĞIRSAK KANSERLERİNİ GECİKTİREBİLİR

Araştırmalarda aspirin kullananlarda kalın bağırsak kanseri riskinin azaldığını gösteren bulgular saptanıştır. Özellikle uzun süre (10 yıl ve üzeri) ve 300mg’a yakın günlük dozlarda aspirin kullananlarda kalın bağırsak kanserinin daha az görüldüğü belirtilmektedir. Bununla birlikte aspirinin kansere karşı koruyucu etkisinin daha geniş ve planlı araştırmalara ihtiyacı vardır.

UNUTMAYIN

KANI İNCELTMEK CİDDİ BİR İŞTİR

Koruyucu amaçla aspirin alıyorsanız, kullandığınız besin destekleri ve bitkisel ürünlere dikkat etmelisiniz. Omega-3 yağ asitlerini içeren destekleri 1 gram, gingko biloba özütlerini 180 mg, E vitaminini 100 mg’dan daha yüksek dozlarda kullanmamalısınız. Herhangi bir cerrahi girişim, geniş alanlı bir biyopsi uygulaması, kolonoskopi gibi tanı amaçlı incelenmeler yapılmadan önce doktorunuza yukarıdaki ürünler ve aspirin kullandığınızı belirtmeyi unutmamalısınız. Cerrahi girişimlerden 3 gün öncesinde aspirin ve bu destekleri mutlaka kesmelisiniz.

Kansızlık ve nedenleri?

KANSIZLIK
Kendinizi sürekli yorgun ve isteksiz mi hissediyorsunuz?
Kansızlık, özellikle kadınlarda ve çocuklarda görülüyor. Anemi aşırı uykuya sebep olur. Demir eksikliği veya kansızlık, tıp dilindeki terimiyle "anemi" çeşitli nedenleri olan bir hastalıktır. Hanımlar ve çocuklar arasında yetişkin erkeklere göre daha sık rastlanan kansızlık, tedavi edilmediğinde ruhsal hastalıklar dahil olmak üzere pek çok probleme sebep olabiliyor.
Dengeli bir beslenme ile kansızlık genelde önüne geçilebilen bir hastalıktır. Yemek seçme ve tek yönlü beslenme vb. mesela hamur işine ağırlık verme kansızlığa yol açabilmektedir. Anemi, yani kansızlık depresyona yol açan organik rahatsızlıklardandır. Bununla birlikte anemiden dolayı depresyonun ortaya çıkması durumunda anemi ile birlikte depresyonun da ilaç ve psikoterapi ile tedavi edilmesi gerekmektedir.
Aslında dengesiz beslenme sadece anemiye değil B vitamini kalsiyum, magnezyum eksikliği gibi farklı vitamin ve mineral eksikliklerine yol açar ki, bütün bu eksikliklerin benzer psikolojik etkileri vardır. Dengeli beslenme beden sağlığı kadar ruh sağlığının da korunması açısından ihmal edilmemeli.
Kronik enfeksiyon hastalıkları, aşırı kan kaybına yol açan ciddi yaralanmalar, fazla kanamalı olan ameliyatlar, hanımlarda sık veya çok sayıda doğum, adet bozuklukları, tedavi edilmeyen sık burun kanamaları, tiroit bozuklukları da anemiye yol açabiliyor. Kalıtımsal bazı hastalıklar mesela "Akdeniz anemisi" de özel tedavi gerektiriyor. Anemi kan tahlilleri ile kolay tespit edilen bir rahatsızlık olmakla beraber gizli anemi şeklinde daha detaylı tahlilleri gerektiren türleri de vardır. Genelde solgun deri anemi belirtisidir. Fakat bu yanıltıcı olabilir. Solgun renkli derili olup kansızlık problemi olmayan kişiler olduğu gibi rengi solgun olmadığı halde anemi problemi olan kişiler de vardır.
Kişinin hareketini kısıtlaması ve verimliliğini düşürmesi bakımından depresyon, panik atak gibi psikolojik rahatsızlıklardaki semptomlara son derecede benzer semptomları yani belirtileri olan anemi, organik rahatsızlıklara yol açtığı gibi psikolojik sonuçları da olan bir hastalıktır.
Tedavi ihmal edilmemeli
Kansızlığın problemlere yol açtığı bilinmeyince tedavisi de ihmal edilebilmektedir. Anemiden şüphelenildiğinde dahiliye uzmanı bir hekime gidilip muayene ve önerilen tetkikler yaptırılmalıdır. Anemi tedavisinde önce kansızlığın nedeni tespit edilmeli ve buna göre tedavi yapılmalıdır. Tedavi süresine mutlaka uyulmalıdır. Mesela bir aylık tedavi süresinde ilaçların on beş gün kullanılıp bırakılması aneminin devam etmesine yol açar.
Kansızlıktan dolayı hayatımızda ne gibi sorunlar ortaya çıkar?
Anemiden dolayı ortaya çıkan bazı psikolojik problemleri ve hayatımızı negatif yönde etkileyen önemli bazı haller ve belirtiler şunlardır:
Kendinizi sürekli yorgun hissedersiniz
Anemi hastası, halsizlikten dolayı az hareket etmek isteyebilir. Bu problem bilhassa ev hanımlarında çevreleri tarafından anlaşılmamaya yol açmaktadır. Hareketlerde yavaşlık ve sürekli yorgunluk hissi depresyona benzemektedir.
Çarpıntı ve sol kola vuran ağrı yapar
Anemi, sol kola vuran ağrı ve çarpıntı, hava açlığı, sıkıntı gibi şikayetlere de yol açıyor. Bu da kişinin kalple ilgili bir problemi olduğunu düşünmesine ve paniğe kapılmasına sebep olabilir. Çok uzun süren ve tedavi edilmeyen kansızlık kalp yetmezliği gibi hastalıklara da yol açabiliyor.
Uykuya düşkünlüğünüz artar
Aneminin sebep olduğu yorgunluk ve halsizlik uykuya düşkünlük yapabilir ve uyku bozukluklarına yol açabilir. Günlük düzenin bozulması başka problemleri de beraberinde getirir. Bu da depresyon belirtilerindendir.
Öğrencilerin ders başarısı düşer
Demir eksikliği özellikle öğrencilerde ders çalışamama ve dolayısıyla ders başarısının düşmesine yol açabilir. Ailenin bu durumu fark etmemesi veya önemini bilmemesinden dolayı çocukla veya gençle ilişkileri bozulabilir. Ders başarısızlığı güven sorununa yol açarak başka psikolojik problemleri tetikleyen sebepler arasındadır.
İş verimliliğiniz düşer
İleri derecedeki anemi, çalışanlarda zihinsel fonksiyonların azalmasına bağlı olarak iş başarısının düşmesine sebep olur. Yorgunluk, halsizlik veya isteksizlik iş hayatında çok gerekli olan atılımcılık ve girişimcilik gibi özelliklerin de azalmasına yol açar.
Sosyal ilişkileriniz bozulur
İleri derecede kansızlık, kişinin isteksiz ve yorgun olmasından dolayı sosyal ilişkilerden uzaklaşmasına yol açabilmektedir. Bilindiği gibi sosyal ilişkiler bir miktar güç ve çaba gerektirir. Misafir çağırmak veya bir yere gitmek için kendinde yeterli gücü hissetmeyen kişi bu tip faaliyetlerden uzak durur. Bu davranışı çevresindekiler tarafından anlayışla karşılanmayınca gerginliğe neden olabilir.


Kansizligin nedenleri nelerdir?
Türk Hematoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Muhit Özcan, kansızlığın en çok kadınlarda görüldüğünü belirterek, 'Her 100 kadından 70-90'ında demir,B12 ve folik asit eksikliğine bağlı kansızlık görülmektedir' dedi.
Kansızlık doğurganlık çağındaki kadınlarda sık görülen hastalıkdır. Tedavi edilmediğinde ciddi sağlık problemlerine yol açabilir.
Kansızlık, en belirgin olarak ''çabuk yorulma'' ile kendini gösterir.
Özcan, ''Bir kişi daha önceleri yarım saat yürüdüğünde yorulmazken 10 dakika içinde yoruluyorsa kan değerlerine bakılması gerekir. Nefes darlığı, konsantrasyon güçlüğü, üşüme, uykuya eğilim, soğuktan hoşlanmama, saç dökülmesi ve tırnak kırılması da kansızlığın yaygın belirtileridir'' diye konuştu.
Demir eksikliğinin en çok kan kaybıyla söz konusu olduğunu ve kansızlığın ençok kadınlarda görüldüğünü belirten Özcan, şunları kaydetti:
''Demir eksikliği, kadınlarda erkeklerden çok daha fazladır. Kadınlarda ortalama 13 yaşından itibaren menopoz dönemine kadar geçen süre içinde, her ay regl dönemlerinde kan kaybı olduğundan, doğurganlık çağındaki kadınlar, genellikle yaşamlarının bir döneminde bu sorunla karşılaşmaktadırlar.
Erkeklerde ise bu oran kadınlara oranla azdır. Erkeklerde görülen kansızlığın nedenleri de iyi sorgulanmalı, başka hastalıklara ilişkin bulgu olabileceği düşünülerek incelenmelidir.''
Kansızlığın bir diğer nedeni olan B-12 vitamini eksikliğidir. En çok vejetaryenlerde görülür. Özellikle kırmızı et yemeyen kişilerde ya da sosyo-ekonomik koşullara bağlı olarak et tüketemeyenlerde sıklıkla görülmektedir. B-12 mideden emilen bir vitamindir. Gastrit gibi bazı özel mide hastalıklarıda bu vitaminin eksikliğiyle karşılaşılır.
Folik asit eksikliğinin ise taze yeşil sebze ve yeşillik tüketmeyen kişilerde ve çok alkol alanlarda sık görülür. Vücudun gelişim dönemlerinde ve gebelikte folik asik gereksinimi artar.
Bazı kan kanserler de kansızlığa neden olabildiği için doğru tanı konulması çok önemlidir. Kansızlığın nedenleri yaşa, cinsiyete, mevcut hastalıklara göre kapsamlı olarak irdelenmesi gerekir.
Demir eksikliğinin en az 6 ay boyunca ağızdan alınacak haplarla tedavi edilebilir. B-12 eksikliği için de ilk yüklemenin ardından ayda bir ömür boyu kalçadan iğne yapılmaktadır.
Folik asit eksikliğinin de hekim kontrolünde düzenli kullanılacak haplarla tedavi edilebilinir.
Kansızlığın tedavi edilmediğinde, kişinin yaşam kalitesinin düşmesine neden olabildiğini belirten Özcan, ''Uzun süren kansızlık, vücudun tüm sistemlerini bozacaktır. Zekadan cinsel yaşama kadar negatif etki edebilen kansızlık, özellikle, kalp ve böbrek yetmezliğinin gelişmesine neden olabilir. Bu nedenle mutlaka tedavi edilmelidir'' diye konuştu.

Aids Danışmanlığı

AIDS NEDİR? NASIL BİR HASTALIKTIR?

AIDS bulaşıcı bir virüs hastalığıdır. Mikrobu HIV adı verilen virüstür.

HIV girdiği vücudun, mikroplara karşı koyma yeteneğini sağlayan bağışıklık sistemini etkileyip yok eder. Direnci azalan vücutta, HIV’in etkisi yanında, çeşitli mikroplar (bakteri mantar,virüs, prozoton) deri,solunum,sindirim ve merkez sinir sistemi gibi muhtelif doku ve organlara yerleşip hastalıklara neden olurlar. Ayrıca vücutta bazı kanserler oluşabilir. HIV bulaştıktan sonra, kişinin yaşam koşullarına ve vücut direncine göre, AIDS hastalığı belirtileri 3-12 yıl, hatta daha uzun süre sonra ortaya çıkar. AIDS’in tedavisi için yeni ilaçlar bulunmuş ve kullanılmaya başlanmıştır. Üç ilacın birlikte kullanımı ile başarılı sonuçlar alınmaktadır. Ancak ilaçlar çok pahalıdır.

‘HIV pozitif’ denilen HIV taşıyıcısı kişiye virüsün tekrar tekrar bulaşması AIDS’in daha süratli gelişmesine neden olabildiğinden, yeni bulaşmalar önlenmelidir. Taşıyıcılarda,düzenli bir yaşam,iyi beslenme,stresten uzak durma, devamlı tıbbi bakım, AIDS hastalığı belirtilerini yıllarca geciktirebilir.

HIV NASIL BULAŞIR?

Kan, cinsel ilişki ve anneden bebeğe olmak üzere üç yolla bulaşır.

KAN İLE BULAŞIR

AIDS hastasının ve taşıyıcısının kanında HIV bulunur. HIV’li kanla bulaşma çeşitli şekillerde olur;

*Kontrolsüz kan nakli ile bulaşma olur.

*Kullanılmış ve dezenfekte edilmemiş; şırınga,iğne,cerrahi aletler,diş hekimliği aletleri,dövme aletleri,akupunktur iğneleri,jilet,makas gibi tüm kesici ve delici aletler ile bulaşma olabilmektedir.

*HIV’li erkek ve kadının cinsel organlarındaki kanamalarının ve adet kanının penise, vajinaya ve ağıza teması ile de bulaşma olabilir.

*Damar içi uyuşturucu kullananların paylaştıkları iğne, enjektör ve uyuşturucu madde eritilen kaşıklar ile bulaşma olmaktadır.

*HIV’li organ,doku ve sperm nakli ile ile de bulaşma olasılığı vardır.

CİNSEL İLİŞKİ İLE BULAŞIR

HIV kanda bulunduğu gibi erkeğin sperm sıvısında, kadının vajina salgısında da bulunur. Cinsel ilişki sırasında; Vajina,penis,anüs mukozasından veya ağızdaki zedelenmiş doku veya çatlaklardan vücuda girerek;erkekten kadına; kadından erkeğe; erkekten erkeğe veya kadından kadına bulaşabilir.

AIDS’ten başka cinsel ilişki ile bulaşan önemli hastalıklar bel soğukluğu (gonore), frengi (sifiliz),ve Viral hapatittir (bulaşıcı sarılık).

ANNEDEN BEBEĞE BULAŞIR

HIV,hasta veya taşıyıcı anneden bebeğine gebelik,doğum veya emzirme sırasında bulaşabilir.

HIV pozitif kadının doğuracağı çocuğa HIV’in geçme oranı %30 kadardır. Sütle geçebilme oranı fazla olmamakla birlikte infekte annelere emzirme önerilmez. Gebelik ve HIV ile ilgili bilgiler için AIDS Danışma Merkezine başvurunuz.

HIV’in Bulaşmadığı Durumlar

HIV günlük yaşamda,aynı odada bulunma,aynı okulda okuma,aynı havayı soluma ile bulaşmaz.HIV sağlam deriden geçemez.

*Tükürük,gözyaşı,ter,aksırık,öksürük,idrar,dışkı

*El sıkma,deriye dokunmak,okşama,kucaklama,yanaktan ve elden öpme

*Yiyecekler,içecekler,çatal,kaşık,bardak,tabak,telefon

*Tuvalet,duş,musluk,yüzme havuzu,deniz,sauna,hamam

*Sivrisinek ve diğer böceklerin sokması,kedi,köpek ve diğer hayvanlarla yaşamak HIV’in bulaşmasına neden olmazlar.

AIDS’ten Nasıl Korunalım?

KONTROLSÜZ KAN NAKLİNE VE VİRÜSLÜ KAN BULAŞMIŞ ALETLERİN KULLANILMASINA İZİN VERMEYİN.

*Kan naklinde AIDS testi yapılmamış, kontrolsüz kan asla kullanılmamalıdır.

*Kullanılmış ve dezenfekte edilmemiş şırınga,iğne,cerrahi aletler,jilet,makas,diş hekimliği aletleri,akupuntur iğnelerini kesinlikle kullanmayın ve size kullanılmasına izin vermeyin. Böyle işlemlerde bir kez kullanılıp atılan araç-gereç kullanılmalı ya da kullanılan aletler kesinlikle dezenfekte ya da sterilize edilmelidir.

**Bedeniniz sizindir.Size uygulanacak işlemler sırasında aklınıza takılan soruları karşınızdakine sormaktan çekinmeyin.

*HIV pozitif kişi test sonucunu öğrendaktan sonra kesinlikle kan vermemelidir.

*HIV’li sperm sıvısı,genital sıvı ve kan bulaşmış alet ve eşyanın yaralı dokuya teması ile de HIV’in bulaşabileceğini unutmayın. Yaralarınızı bantla kapayarak kendinizi koruyun.

CİNSEL İLİŞKİ EN ÖNEMLİ BULAŞMA YOLUDUR

Hıv her türlü cinsel ilişki ile bulaşır. Güvenli cinsel yaşam kurallarına uyularak cinsel yolla bulaşmadan korunulur. Cinsel ilişkide KORUYUCU KILIF (prezervatif, kondom, kaput) kullanın. Kurduğunuz ilişkinin tehlikeli olmayacağını düşünseniz bile prezervatif kullanımını ihmal etmeyin. Koruyucu kılıf en büyük dostunuzdur. Çoğumuz HIV’in fahişelerde,uyuşturucu kullananlarda,eşcinsellerde bulunduğunu ve kendimize HIV ‘in geçmeyeceğini sanırız.

Ancak AIDS belirli bir sosyal grubun hastalığı değildir. Hastalığın mikrobu olan HIV,

Cins,ırk,renk,din,yaş farkı gözetmeksizin herkese bulaşabilir. HIV, kontrolsüz kan verilmesi,

HIV ile kirlenmiş alet kullanılması gibi kişinin elinde olmayan nedenlerle ya da kişinin kendisinin ya da cinsel eşinin HIV pozitif kişilerle prezervatif kullanmadan ilişki kurması durumunda kişiye ve eşine bulaşabilir .HIV pozitif olan kendisini ve cinsel eşini korumak için her türlü cinsel ilişkisinde prezervatif kullanmalıdır.

AIDS’ e Karşı Güvenli Cinsel Yaşam Nasıl Olmalıdır?

Cinsel yaşamını güvence altına almak isteyenler için seçenekler:

*HIV taşımayan kişi ile karşılıklı sadakate dayalı ilişki kurmak.

*Vajinal ,anal ,oral (kadın veya erkek) tüm cinsel ilişkilerde prezervatif kullanmak.

CİNSEL YAŞAMDA BİLİNMESİ YARARLI BİLGİLER:

*Cinsel eş sayısının fazlalığının HIV bulaşma riskini arttıran bir unsur olduğu bilinmektedir.

*Kişide cinsel yolla bulaşan bel soğukluğu,frengi gibi bir hastalık varsa, cinsel ilişki ile hastalığın başkasına bulaşacağını ve HIV ‘in kendisine bulaşma olasılığının artacağını unutmamalıdır.

*Alkol ve uyuşturucular doğru ve sağlıklı düşünmeyi engelleyerek, cinsel ilişki sırasında olumsuz davranışlara neden olabilir.

*Başkasının iç çamaşırlarını kullanmakla AIDS bulaşmaz, fakat bel soğukluğu, mantar hastalıkları, uyuz böceği, kasık biti geçebilir.

Danışmanlık Hizmeti

HIV ‘in bulaşması, hastalıktan korunma, test yaptırma, AIDS hastalığı, hastaların bakım ve tedavisi ile ilgili bilgileri almak isteyenlere danışmanlık hizmeti verilir. Test yaptırmadan önce ve sonra danışmanlık hizmeti mutlaka alınmalıdır.

Laboratuvar Tanısı

HIV vücutta çeşitli hücrelere girerek çoğalır ve vücuda yerleşir. HIV infeksiyonlu kişi yaşamının sonuna dek ‘’virüs taşıyıcısı’’ olarak kalır ve HIV taşıyan kişiye HIV pozitif denir. HIV’ karşı, vücutta 2-3 ay içinde antikorlar oluşur. Bu antikorlar kan serumunda anti-HIV testi (ELİSA) yapılarak saptanır. Antikor oluşmadan yapılacak testin bir değeri yoktur.

Çabuk tanı için bazı test kitleri hazırlanmıştır. Bu testler 10 dakika kadar kısa bir sürede sonuç verebilmektedir. Ancak pozitif sonuçların mutlaka test yapılan bir merkezde doğrulanması gerekir .Çabuk tanı testi yaptıracak olanlar testten önce ve testten sonra mutlaka danışmanlık hizmeti almalıdır. Danışmanlık hizmeti almadan testin yapılması yanlıştır. Danışmanlık hizmeti ilgili kuruluşlarda verilmektedir.

Test yaptırmak isteyen bilgi almalı ve kendi iradesi ile test yaptırmaya karar vermelidir.

Testin sonucunun pozitif olduğuna karar verilirse bu kişiye ‘ seropozitif’ denir. Test sonucu

Pozitif olan kişilere AIDS için doğrulama testi de mutlaka yapılmalıdır. Seropozitif kişi aynı Zamanda ‘ HIV pozitif’ tir. HIV pozitif kişi hastalık belirtileri 3-12 yıl sonra ortaya çıkıncaya kadar sağlıklı görünür, gerekli önlemleri almazsa hastalığı başkalarına bulaştırabilir.

AIDS Hastalığı Belirtileri

Vücut direnci zayıflayan hastada normalde zararsız olan , hafif geçen ya da ender rastlanan bazı hastalıklar belirir. Ayrıca lenf bezlerinde büyümeler, ağız, yemek borusu

Ve deride tekrarlayan inatçı uçuk, pamukçuk,yara ve lekeler nedeni bilinmeyen uzun süreli ateş, gece terlemeleri, kilo kaybı, ishal, öksürük, cinsel organlarda uzun süre iyileşmeyen yaralar, tüberküloz, akciğer hastalıkları, zona gibi belirtiler ortaya çıkar. Kişide bu belirtilerin

Ancak birkaç tanesinin bir arada bulunması durumunda AIDS düşünülmelidir. Kesin tanı

İçin anti-HIV testi yapılır. Kaposi sarkomu , bazı lenfomalar , beyin, akciğer ve göz iltihapları da HIV enfeksiyonunu düşündüren önemli belirtilerdendir.

HIV’ in Dezenfeksiyonu

Spermdeki ve vajina salgısındaki HIV dış ortamda birkaç saatte, kuruduğunda yarım saatte ölür. HIV kurumuş kanda da kısa zamanda ölür.

Hastanın yada seropozitif kan, sperm ve vajina salgısının bulaştığı eşyadaki hıv’ in öldürülmesi :

*Birkaç dakika kaynatarak yada 60 C de 30 dakika ısıtarak virüs öldürülür.

*Sulandırılmış çamaşır suyu temas ettiği HIV’i 30 dakika içinde öldürür. Sodyum hipoklorit,

çamaşır suyunda bulunan etkili maddedir, içinde klor vardır. Çamaşır suyu şişesinin üzerindeki tarifeye göre ( genellikle 10 kez ) sulandırılarak kullanılır. Sulandırılan çamaşır

suyunda klor kokusu bulunmalıdır. Çamaşır suyu kullanılacağı zaman sulandırılmalıdır,

durmakla bozulur. Çamaşır suyu madensel eşyaya zarar verir.

Derinin HIV ‘ den Arındırılması

Su ve sabunla iyice yıkama ile bütün mikroplar gibi HIV de deriden uzaklaştırılır. Yıkandıktan sonra derinin alkol ile temizlenmesi uygun olur.

Yaralanma olduğunda yara yeri önce sabun ve su ile yıkanmalı , ardından tentürdiyot veya betadin gibi bir antiseptik ile temizlenmelidir.

EĞER AİDSLİ İSENİZ:

En yakınlarınızın hatta sağlık personelinin sizlere gösterdiği olumsuz tutumu anlamaya çalışın, onlar bu konuda bilgisiz, ve siz onlara kendi ölüm korkularını hatırlatıyorsunuz ve sizi anlamaya çalışmak onlara çok acı geliyor olabilir. Unutmayın siz bu şartlarda kendinizle birlikte çevrenizi de eğitmek zorundasınız. Çevrenizdekiler hastalığı tanıdıkça siz daha rahat edeceksiniz.

TEST ÖNCESİ HIV DANIŞMANLIĞI

1-Öncelikle pozitif sonucun ne anlama geldiğini tartışıp, netleştirin (örneğin pozitif sonucun aids hastalığı anlamına gelmediği ancak virüsle karşılaşıldığını gösterdiği gibi)

2-Negatif sonucun ne anlama geldiğini tartışın (virüsün tespiti için bir süre geçmesi gerektiği yakın zamandaki şüpheli ilişki için tekrar tetkik gerekebileceği)

3-Korku ve kaygılarınızı tartışın (gerçekçi olmayan korkuların giderilmesi)

4-Test yptırmanın avantajlarını anlamaya çalışın

5-Testin pozitif çıkması halinde gerekli önlemleri alın.

6- Geçmişte yaşanmış ciddi stresleri hatırlayın ve kaldıramayacak gibiyseniz yardım arayın.

7-Test sonuçlarının gizlilik durumunu tartışın, kimlerin sonuçları gördüğünü sorun. Eğer kurumu gizlilik sağlayamıyorsa, test sonuçlarını gizliliğini sağlayan ve gizli aids danışmanlığı veren kurumları bulun.

8-Seropozitifliğin sosyal durumunu nasıl etkileyecebileceğini tartışın (iş durumu sosyal güvencenin durumu gibi)

9-Yüksek riskli davranışları ve bunların azaltılmasına yönelik önerileri öğrenmeye çalışın.

TEST SONRASI DANIŞMANLIK

1-Test sonuçlarının yorumlanması:

Yalnış anlamaları gidermeye çalışın (“negatif sonuç sizin bağışık olduğunuz anlamına gelmez, bundan sonrada virüsü alabilirsiniz”).

2-Bulaştırmanın önlenmesine yönelik önerileri dinleyin (yüsek riskli davranışlar ve bulaştırmayı önleyici ilkeleri anlayın)

3-Kan verme sperm ve organ bağışından kaçınılmasını ve üzerine kan bulaşabilecek traş bıçağı, manikür aletleri gibi aletleri kimseyle paylaşmamasını önerilerini akılda tutun.

4-Uygun tıbbi ve psikolojik destek noktalarına yönelin.

5-Aile, arkadaş ve derneklerin desteğini sağlayın (işyerinde en güvenilir arkadaşla konuşulabilirsiniz,Aile, öğretmenlerle, danışman birlikte görüşme yapabilir).

6-Latent dönemin 15 yıldan fazla sürebileceği, tedavideki yeni gelişmelerle belkide kür (tam tedavi) şansı olabileceği gibi optimistik(iyimser) hayaller kurmanızın gerçekten sizi hayata daha fazla bağlayacağını ve vucut direncini arttıracağını unutmayın.

Danışmanlık mümkünse hastayla birlikte aileye, işçevresine ve okul çevresine de sağlanmalıdır.

İntahar girişim riskinin seronegatif olup aynı yaş ve sosyal konumdaki gruba oranla 30 kat fazla olduğunu unutmayın.

Karşılaşmadan hemen sonra yapılacak engelleme “post exposure” tedavisinin, HIV le karşılaşma riskini %80 azaltabileceğini unutmayın. Perinatal bulaşmanın önlenmesi için yapılacak proflaktik yaklaşımın çocuğun hayatını kurtarabileceğini unutmayın.

Aidsle ilgili olarak kullandığınız ilaçların depresyon, sıkıntı gibi bozukluklara neden olabileceğini unutmayın.

Ankilozan Spondilit

Ankilozan Spondilit (AS) nedir ?

AS ağrılı, ilerleyici bir romatizmal hastalıktır. Temelde omurgayı etkilemekle beraber, diğer eklemleri, kiriş ve bağları da etkileyebilir. Bazen göz, akciğer, barsak ve kalp tutuluşu da görülebilir.

Omurga

Omurga, 24 omur ve bunlar arasındaki 110 eklemden oluşur. Omurgada 3 bölüm vardır : 7 boyun omuru, 12 sırt omuru ve 5 bel omuru. Boyun bölgesi çok hareketlidir. Sırt bölgesinde her bir omur, iki yandan kaburgalarla birleşir. Bel bölgesinin alt kısmında yer alan sakrum kemiği, leğen kemiği içinde yuvalanmıştır. Sakrum ve pelvis kemikleri arasında her iki yanda yeralan eklemler sakroiliak eklemler olarak adlandırılır. Işte bu eklemler AS’in ilk başladığı bölgedir.

AS’in nedeni nedir?

Tam olarak bilmiyoruz. Araştırmalar, AS hastalarının %96’sında benzer genetik hücre işaretleyicileri (HLA-B27)’nin bulunduğunu göstermiştir. Olasılıkla, normalde zararsız olan bazı mikroorganizmalar, HLA-B27 ile ilişkiye girmektedir. Bazı barsak ya da idrar yolları hastalıkları AS’in ortaya çıkmasını tetiklemektedir. Bazen, belirtiler yatak istirahati (sözgelimi trafik kazasını izleyen istirahat) döneminden sonra da ortaya çıkabilir.

Reiter sendromu olarak bilinen hastalık da AS’e yol açabilir. Reiter sendromunda gözde yangısal tutuluş (irit, üveit, konjunktivit), dış idrar yolu yangısı (üretrit) ve büyük eklemlerde daha sık olmak üzere eklem tutuluşları görülür.

AS’de ne olmaktadır ?

AS’de ilk tutulan bölge sıklıkla leğen kemikleridir. Buna farklı zamanlarda bel, göğüs kafesi ve boyun bölgeleri tutuluşları eklenir. Bu bölgelerde, kiriş ve bağların kemiğe yapıştıkları yerde ortaya çıkan yangı temel bozukluktur. Bu yapışma yerlerinde aşınmalar meydana gelir. Yangı yatışırken, iyileşme sürecinde yeni kemik oluşumları ortaya çıkar. Kiriş ya da bağlardaki elastik dokuların yerine kemik dokusunun geçmesiyle, harekette azalma olur. Yangısal olayın tekrarlamaları sonucunda kemik oluşumları artar ve omurga kemikleri kaynaşarak bütün bir hal alırlar ve bu da hareketlerin kısıtlanmasıyla sonuçlanır. Hastalığın başlangıç dönemlerindeki hareket kısıtlılığının nedeni, ağrı ve kas kasılmalarıdır ve bu dönemde ilaç kullanımı ile düzelir. Ancak, ileri dönemdeki kemiklerdeki birleşmeden sonra ortaya çıkan hareket kısıtlılığı geriye dönmez. Bunun engellenebilmesi ya da yavaşlatılabilmesi için, egzersizlerin düzenli olarak yapılması şarttır.

AS ile spondiloz (kireçlenme) aynı şeyler midir?

Hayır. Bu ikisi birbirinden tamamen farklı hastalıklardır. Spondiloz, omurganın aşınmasıyla ilişkili bir hastalıktır ve sıklıkla yaşlı kişilerde görülür. AS ise, yeni kemik oluşumları ve kemiklerin kaynaşmasıyla birlikte giden, daha çok genç yaşlarda başlayan, yangısal bir hastalıktır.

AS yaygın bir hastalık mıdır ?

İngiltere’de 200 erkekte 1 ve 500 kadında 1 sıklığında görülmektedir. Amerika Birleşik Devletleri’nde yaklaşık 1000’de 1 olarak bildirilmektedir.

AS kimlerde görülür ?

Erkekler, kadınlar ve çocuklarda görülebilir. Erkeklerde, kadınlardan yaklaşık 3 kat daha fazla görülmektedir. Tüm yaşlarda başlayabilir. Genellikle 20’li yaşlarda (ortalama olarak 24-26 yaşında) başlamaktadır. Ancak, belirtiler daha ileri yaşlarda ortaya çıkabilir. 40 yaşından sonra başlangıç nadirdir.

Erkek, kadın ve çocuklarda AS farklı mıdır ?

Evet. Aralarında bazı küçük farklılıklar vardır.

Erkekler : Leğen kemikleri ve omurga sıklıkla tutulur. Göğüs kafesi, kalça, omuz ve ayak eklemleri de tutulabilir.

Kadınlar : Genellikle kabul edilen görüş, AS’in kadınlarda çoğu kez erkeklerden daha hafif seyrettiğidir. Hastalık belirtilerinin ortaya çıkmasıyla, tanı konulması arasında geçen süre, kadınlarda (5 yıl) erkeklerdekinden (3 yıl) daha uzundur. Omurga tutuluşu genellikle erkeklerden daha az şiddetlidir. Leğen kemiği, kalça, el ve ayak bileği eklemleri daha sık tutulur. AS, doğurganlık yeteneği, gebelik ve doğumda herhangi bir sorun yaratmaz.

Çocuklar : 11 yaşının altındaki çocuklarda AS belirtileri görülmesi nadirdir. Tipik olarak diz, ayak ve ayak bileği, kalça eklemleri tutulur. Nadiren bel ağrısı olur. Gençlerde kalça tutuluşu şiddetli seyredebilir ve bu hastalarda yetişkin yaşlara varıldığında kalça protezi gerekebilir.

AS’in belirtileri nelerdir?

Tipik belirtileri şunlardır :

Haftalar ya da aylar içinde yavaş yavaş artan bel ağrısı ve sertlik.
Gün içinde hareket etmekle ya da egzersizle azalan sabah sertliği ve ağrısı. Egzersizlerden sonra daha iyi, istirahatten sonra daha kötü hissedilmesi (mekanik karakterli bel ağrılarının tersine – sözgelimi bel fıtığı-).
3 aydan uzun süredir belirtilerin varlığı.
Özellikle erken dönemlerde, kilo kaybı.
Yorgunluk.
Ateş ve gece terlemesi.
Tipik belirtiler bunlar olmasına karşın, bazen farklı şekillerde başlangıç görülebilir. Belde belirgin bir ağrı olmaksızın, kaba etlerde bazen bir tarafta, bazen diğer tarafta değişici şekilde ağrı ile başlaması da sıktır. Bu ağrı bele, uyluğa yayılım gösterebilir. Bazen de yalnızca topuk ağrısı, göğüs ağrısı ile başlayabilir.

Sabahları daha kötü oluyorum

Bu beklenen bir şeydir. Hastalığın tipik özelliklerinden biri, gecenin geç ve sabahın erken saatlerinde ağrı ve sertliğin belirgin olması ve gün içinde hareket ya da egzersizlerle düzelmesidir. Benzer şekilde sinema ya da tiyatroda uzun süre oturduktan, ya da uzun süre araba kullandıktan sonra ağrı ve sertlikte artma olabilir.

AS öteki eklemleri etkiler mi ?

Evet. AS bazen, kalça, diz, ayak bilekleri ve omuzda ağrı, şişlik ve hareket kısıtlılığına neden olabilir. Topuklarda ağrı görülebilir. Az sayıda hasta çene eklemi de etkilenebilir.

AS öteki organları etkiler mi ?

Evet. Bazen göz, kalp, akciğerler ve böbrekleri etkileyebilir. Bunlar yaşamsal sorunlar yaratacak etkiler değildir ve daha kolay tedavi edilebilirler.

AS gözü nasıl etkiler ?

AS gözün bazı bölümlerinde yansısal olaya neden olabilir. Bu durumda genellikle ilk belirti, görmede hafif bulanıklaşmadır. Ama, kızarık bir gözle birlikte keskin bir acı da temel belirti olabilir. Kalıcı hasar oluşmaması için hemen tedavi edilmelidir. Bu durumda bir göz doktorundan yardım almak ve ona AS hastası olduğunuzu belirtmek yerinde olacaktır. Göz doktorunun vereceği göz damlaları yangıyı kısa sürede azaltacaktır. Yangı dirençli ise, bu damlaları uzun süre kullanmak gerekli olabilir.

AS kalbi nasıl etkiler ?

AS’de bazen kalp hafif derecede etkilenebilir. Hastaların çoğunda o kadar hafiftir ki, ortaya çıkarmak zordur. Kalp kapakları ve ileti sisteminde bozukluk ortaya çıkabilir. Ancak, bunlar genellikle hastalarda herhangi bir sorun yaratmaz.

AS akciğerleri nasıl etkiler ?

Göğüs kafesi eklemleri ve kaslarını etkileyerek, özellikle soluk alıp verme, öksürme, aksırma, esneme, ıkınma sırasında ağrıya neden olabilir. Akciğerlerin tamamen havalanmasında bozulmaya yolaçar. Bazan akciğerlerin iç yapısında da tutuluşa neden olabilir. Bu nedenlerle, AS’te solunum egzersizleri çok önem taşır.AS’in geç dönemlerinde göğüs duvarı tamemen hareketsiz hale gelebilir ve akciğerlere hava giriş çıkışı etkilenebilir. Bunun anlamı, solunumun durması demek değildir. soluk alıp verirken, diyafram kası sürekli çalışır ve karnınız hareket eder. Aşırı yemek ve kalın giyinmek solunum için gereken çabayı arttıracağından, bunlardan kaçınmanız sizi daha rahat ettirecektir. Sigara içmemek çok önemlidir. Sigara içilmesi solunumu zorlaştıracağı gibi, ciddi göğüs hastalıklarına da neden olabilir.

AS böbrekleri nasıl etkiler ?

Az sayıdaki, ileri AS’li bazı hastalarda böbreklerde amiloid adı verilen bir proteinin birikmesi sonucunda böbrek yetmezliği ortaya çıkabilir. Steroid yapıda olmayan yangı giderici ilaçlar da uzun süreli kullanımda bazı böbrek sorunlarına yol açabilir.

Başka etkiler var mıdır ?

Kilo kaybı, hafif ateş, yorgunluk, kansızlık ve bazen depresyon görülebilir. İyi beslenmeli ve istirahat etmelisiniz. Kansızlık için gerekirse doktorunuz size uygun ilaçları verecektir.

AS’li hastalarda görülebilen önemli bir sorun da osteoporoz’dur. Osteoporoz, kemiklerin yoğunluğunun azalması ve daha gözenekli hale gelmesiyle karakterli bir hastalıktır. En önemli sonuçları ise, omurlar ve kalça başta olmak üzere kolay kemik kırıklarının ortaya çıkmasıdır. Tanı için bazı laboratuvar incelemeleri ve kemik yoğunluğu ölçümü gereklidir. Tedavide, hekiminizin uygun göreceği ilaçlar ve düzenli yapacağinız egzersizler yararlı olacaktır.

AS herkesi aynı şekilde mi etkiler ?

Hayır. AS çok değişken bir hastalıktır. Birbirinin aynı olan iki AS olgusu yoktur. Bazı hastaların neredeyse hiç yakınması yokken, bazılarının çok önemli derecede yakınmaları olabilir.

Buna karşın, açıkça bilinmelidir ki egzersiz yapan hastaların durumu, egzersiz yapmayanlardan çok daha iyidir.

Ameliyat olmam gerekecek mi ?

Büyük olasılıkla hayır. Bu hastalığın tedavisinde cerrahi girişimler pek az yer tutar. AS’li hastaların yaklaşık %6’sı kalça protezine gereksinim duyar. Bu protez sayesinde hastanın eski hareketliliğine kavuşması önemli ölçüde başarıyla sağlanır ve hasarlı eklemden kaynaklanan ağrı ortadan kalkar. Omurgalarında aşırı kamburluk ortaya çıkan pek az sayıdaki hastada, bu durumun düzeltilmesi için cerrahi girişim uygulanması gerekebilir.

Hangi ilaçları kullanmam gereklidir ?

AS tedavisinde temel amaç ağrının azaltılması, vücut pozisyonunun ve eklem hareketliliğinin korunmasıdır. Hastalar ağrı nedeniyle bazı hareketlerden kaçınırlar. Hastalığın doğası gereği, istirahat ağrıyı daha da arttırır ve ayrıca eklem hareketliliğinin azalmasına, vücut pozisyonunun bozulmasına yol açar. AS’li hastaların %80’inden fazlası ağrı, sertlik ve yangıyı azaltmak amacıyla steroid olmayan yangı giderici ilaçlar kullanırlar. Geceleri yatarken kullanılan ilaç, gecenin iyi geçmesini, sabah daha rahat kalkmasını ve sertliğin azalmasını sağlar. Gerekirse, gündüzleri ek bir doz da kullanılabilir. Ancak, bazı hastalarda bu ilaçların başta mide-barsak sistemi olmak üzere bazı yan etkileriyle karşılaşılabilir. Bu hastalarda ise, mide koruyucu ilaçlardan yararlanılır ya da sadece parasetamol gibi basit ağrı kesici ilaçlar önerilir. Bazı hastalarda, steroid olmayan yangı giderici ilaçlar yeterli olmaz. Bu hastalarda, sulfasalazin (Salazopyrin) ya da metotreksat gibi ilaçların tedaviye eklenmesi gerekebilir.

Unutmayınız ! İlaç tedavisinin temel amacı, ağrınızı azaltarak, hareketliliğinizin devamını ve böylece çalışmanızı, egzersizlerinizi daha rahat yapmanızı ve vücut pozisyonunuzu korumanızı sağlamaktır.

AS yaşamı tehdit eder mi ?

AS, hemen hemen hiçbir zaman yaşamı tehdit etmez.

Hastalık çocuklarımda ortaya çıkar mı?

Hasta olan baba ya da annenin HLA-B27 genini çocuklarına iletme olasılığı %50’dir. Ancak, bu geni taşıyan herkeste AS ortaya çıkmaz.

Siz hastaysanız, çocuğunuzda AS gelişme olasılığı %10; eğer çocuğunuzda HLA-B27 geni varsa %20’dir. Hasta dede ya da nineden toruna AS hastalığının geçme olasılığı ise %5’tir.

Eğer çocuğunuzda erken AS bulguları gelişirse, bu konuda uzman bir doktora danışmanız yerinde olacaktır.

AS ile birlikte olan başka hastalıklar var mıdır?

Psoriazis (sedef) adı verilen hastalık AS ile birlikte olabilir. Psoriaziste vücut derisi ve saçlı deride pullanmalar vardır. Psoriazis bazen farklı şekillerdeki eklem tutuluşlarına da yol açabilir. Klamidya adlı bir bakterinin yol açtığı ve cinsel ilişkiyle bulaşan bir enfeksiyon hastalığı olan nonspesifik üretrit olarak bilinen hastalık bazen Reiter sendromuna yol açabilir. Ülseratif kolit ve Crohn hastalığı da AS ile ilişkilidir, ancak nedenleri bilinmemektedir. Bu iki hastalığın belirtileri kanlı ishal, ateş, kilo kaybı ve bazı hastalarda çevresel eklem tutuluşudur.

Kendimde AS olup olmadığından nasıl emin olabilirim ?

AS tanısı klinik bulgular eşliğinde, röntgen incelemelerinde karakteristik görünümlerin saptanmasıyla konur. Ancak, bazen başlangıçta röntgen bulguları henüz görülmeyebilir. Tanı koymada kan testleri pek yararlı değildir, ancak bu testler hastalığın aktivitesinin ve gidişini izlemede yararlıdır.

AS’in şifası var mıdır, tamamen iyileşir mi ?

Ne yazık ki hayır. Steroid olmayan yangı giderici ilaçlar ağrıyı azaltırlar, rahat bir uyku ve genel iyilik sağlarlar. Ancak, ilaç kullanmak tedavinin sadece bir bölümüdür. Uygun egzersizlerin yapılması AS tedavisinde çok önemli bir yer tutar. İlaçlar bu egzersizleri ağrısız olarak yapabilmenize yardımcı olur. Unutmayınız ! Tedavinin temeli egzersizlerdir.

Bu hastalık nasıl sonuçlanır, ne olurum ?

AS tüm hastalarda aynı gidişi izlemez. Hastadan hastaya farklılıklar gösterebilir. Genellikle, belirtiler yıllar boyunca gelir ve gider, çeşitli aralıklarla tekrarlar. Klasik olarak önce bel bölgesi sertleşir, sonra bu sertlik omurga boyunca yukarı doğru boyun bölgesine dek ilerler ve omurganız öne eğik bir şekilde hareketsiz kalır. Uygun tedavi edilmeyen bir hastada gelişecek klasik vücut pozisyonu, kalçalar ve dizlerde bükülme, omurgada (bel, sırt ve boyunda) hareketsizlik, sırtta kamburlaşma ve bombe bir karın şeklindedir. Bu kötü vücut pozisyonu, kötü görünüm yanısıra, günlük yaşamınızda birçok sorunla karşılaşmanıza neden olur. Eğer vücut pozisyonunuza özen gösterir, egzersizlerinizi düzenli olarak yapar ve önerilere uyarsanız ciddi sorunların önüne geçebilirsiniz.ORMAL BİR YAŞAM İÇİN

Eğer hastalığınızın gerekirdiği şeyleri iyi bir şekilde yaparsanız, günlük yaşantınızı normal bir şekilde sürdürebilirsiniz.

İş Hayatı

AS’li hastaların çoğunun iş hayatı normal insanlardan pek az farklıdır. Gerçekten, büyük çoğunluğu normal sürelerde çalışırlar. Bununla beraber, iş hayatınızda dikkat etmeniz gereken şeyler vardır.

İşteyken oturma ve ayakta durma sırasında omurganızın pozisyonuna özel dikkat göstermelisiniz. Masa başında çalışıyorsanız, doğru vücut pozisyonu için masa ve sandalyenizin yüksekliğini ayarlamalı, öne doğru eğik oturmamalısınız. Uzun süre oturmamalı ya da ayakta durmamalısınız. Eğer uzun süre aynı pozisyonda durmanız gerekirse, olabildiği kadar sıkça eklemlerinizi hareket ettirmeli ve esnetme hareketleri yapmalısınız. Yorucu işlerde çalışanların zaman zaman istirahat etmeleri yerinde olur. 20 dakika kadar sırtüstü ya da yüzükoyun yatmak, omurganın öne eğik pozisyonunu engellemek için çok yararlıdır. Hastalığınız ve işiniz birbirini kötü yönde etkileyen özellikler taşıyorsa, işiniz ya da çalışma koşullarınızda değişiklik yapmak gerekli olabilir.

Spor

AS’li olmanız fiziksel aktivitelerinizde önemli değişiklik yapmaz. Günde en az bir kez solunum egzersizlerini yapmak oldukça yararlıdır. Yüzme sizin için çok yararlı bir spordur. Yüzmenin tüm kaslarınız ve eklemleriniz üzerinde, yerçekimsiz yatay pozisyon nedeniyle, çok yararlı etkileri vardır. Solunum kapasitesini arttırıcı etkisi de çok önemlidir. Futbol, güreş, karate, voleybol, basketbol gibi sporlardan kaçınmanız daha doğrudur. Eklemlerinizi korumak için, tüm aktiviteleriniz sırasında kullanacağınız ayakkabıların tabanı, darbe emici özellikte olmalıdır.

Otomobil kullanmak

Uzun süre otomobil kullanmak ağrı ve sertlikte artmaya neden olabilir. Uzun yolculuklarda sık sık yürüyüş molalaro vermek çok önemlidir. Otomobil sürerken, uygun pozisyonunuzu korumak için belinize ve/veya kalçanızın altına küçük bir yastık yerleştirin. Koltuk başlığının da uygun pozisyonda olmasına özen gösterin. Eğer boyun hareketleriniz kısıtlıysa, ek aynalar kullanmanız görüş alanınızı arttırmak için yararlı olabilir.

Cinsel yaşam

AS normal koşullarda cinsel yaşamınızı bozmaz. Ancak yine de, kalça sorununuz varsa, omurga şekliniz önemli derecede bozulmuşsa ya da hastalığın alevli dönemindeyseniz, daha rahat ve doyurucu pozisyonlar bulmanız gerekebilir. Eğer yorgunluk sorun yaratıyorsa, aktivitelerinizi planlamanız ve düzenlemeniz gerekecektir. Bu sorunları eşinizle konuşmanız, sizi daha iyi anlamasını sağlayacaktır. İyi bir cinsel yaşam için iyi bir iletişim ve olayların gülünç yönünü görebilme yeteneği çok önemlidir.

Gebelik

Genellikle bilinen, gebeliğin AS’de bir problem olmadığıdır. Gebelik nedeniyle hastalıkta alevlenme ya da gerileme ortaya çıkmaz. Eğer ciddi kalça sorunu varsa, sezaryen ile doğum gerekli olabilir. Gebelik süresince bebeğin büyümesi, omurganın eğilmesine ve ayakta dururken ağrıda artmaya neden olabilir. Ağırlığı omurga üzerinden alıp yayan gebelik desteklerinin kullanılması yardımcı olabilir. Gebeliğin ilk 12 haftası ve son 4 haftasında yangı giderici ilaçların bırakılması uygundur. Emzirme döneminin sona ermesine kadar da, ilaç kullanımına yeniden başlanmaması iyi olur. İlaç kullanmak yerine, egzersiz programınızı arttırmayı deneyebilirsiniz. İlk 12 haftadan sonra, gebelik normal seyrediyorsa ilaç kullanmak yerine sıcak su havuzlarında yapılacak su banyolarının uygulanması yardımcı olabilir.AZIRATİK ÖNERİL

Pozisyon

Tüm gün boyunca ve gece, uygun vücut pozisyonunu korumalısınız. Kötü pozisyonda durmak hastalık nedeniyle kötü vücut pozisyonunun yerleşmesine neden olabilir. Uzun süre aynı pozisyonda kalmamaya ve vücudunuzu sürekli dik pozisyonda tutmaya özen göstermelisiniz.

Uygun bir sandalye kullanmak

Evde ve işyerinde kullanacağınız sandalyenin oturak yeri ve arkalığı sert olmalı, çökmemelidir. Arkalığı düz olmalı ve baş seviyesine dek uzanmalıdır. Omurganın ağırlığını azaltmak için, kol destekleri olan bir sandalye seçilmelidir. Belinizi sandalyeye rahatça yerleştirebilmeniz için, sandalyenin oturma yeri çok uzun olmamalıdır. Kalça ve diz eklemlerinizin doğru şekilde yerleşebilmesi için, sandalye yüksekliği uygun seçilmelidir. Alçak, yumuşak sandalyelere ya da kanepeye oturmaktan kaçınılmalıdır. Çünkü, bunlar kötü pozisyona yol açabilir ve ağrıyı arttırabilirler. Çalışma masasının yüksekliği de öne eğik pozisyonda durmayı gerektirmeyecek bir şekilde ayarlanmalıdır.

Yatak ve yastık seçimi

Yatak sert olmalı, çökmemelidir. Yatağın altı bir kontrplak ya da suntayla desteklenmelidir. Eğer yeni bir yatak alacaksanız, satın almadan önce 20 dakika kadar yatarak denemeniz yerinde olacaktır. Kuştüyü bir yastık boynunuza iyi bir şekilde destek sağlayabilir. Yastık kalınlığı olabildiğince az olmalı, kalın yastık ya da fazla sayıda yastıkta yatılmamalı, yastık kalınlığı yavaş yavaş azaltılmaya çalışılmalıdır.

Günde 20 dakika sırtüstü ya da yüzü koyun düz bir şekilde yatın

Bu şekilde, omurganızın ağırlığını azaltmaya önemli ölçüde yardımcı olabilirsiniz. Gece uyurken de, sırtüstü ya da yüzükoyun uyuma alışkanlığı edinmek oldukça yararlıdır.

En kötü yatma şekli, yan ve bacaklar karına çekili halde yatmadır. Kalça ve diz eklemleriniz için, bu pozisyon oldukça sakıncalıdır.

Sıcak ya da soğuk uygulamalar

Farklı ısı uygulamaları ağrı ve sertliğin azaltılmasında yararlı olacaktır. Sabah ve/veya gece yatmadan önce yapılacak sıcak bir banyo ya da duş, özellikle birlikte germe egzersizleri de yapılırsa ağrı ve sertliği giderir. Yatakta sıcak su torbası ya da elektrikli battaniye kullanılabilir.

Eğer yangı gelişmiş bir bölgeniz varsa (bu bölge sıcak, kırmızı ve ağrılıdır), bu bölgeye günde birkaç kez 10-15 dakika süreyle soğuk uygulanmalıdır. bunun için, hazır soğuk paketler kullanılabileceği gibi, sulu şekilde buzluğa konup donması sağlanmış havlular da kullanılabilir. Gerek sıcak ve gerekse soğuk uygulamalarda uygulamaya bağlı deri yanıklarına karşı dikkatli olmak gereklidir.

Bel korsesi kullanmayın

Korse kullanmak kesinlikle doğru değildir. bunlar, omurgayı sert halde tutarak kötü etkili olurlar. Omurgayı bir korseyle hareketsiz kılmak, hareket etme yeteneklerinin daha da azalmasına neden olur.

Düzenli beslenin

Balık ve baklagiller gibi proteinden zengin besinler yiyin. Vitaminlerden zengin sebzeler ve önemli bir kalsiyum kaynağı olan süte beslenmenizde ağırlıklı olarak yer verin. Ancak, bunların yanısıra, fazla kilo almaktan da kaçının.

Alkol

Aşırı olmayan alkol tüketimi zararlı değildir. Ancak, hem alkol hem de kullandığınız ilaçlar midenize zararlı olabilir. Bu nedenle birlikte almamaya özen göstermelisiniz.

Sigara içmeyin

AS, akciğerlerin kapasitesini azaltabilir. Sigara içmek akciğer hastalıklarına eğilimi de arttırır. Bu nedenle, eğer içiyorsanız, sigarayı bırakmanız çok önemlidir.

Kırık-çıkıkçı, bel çeken şahıslardan uzak durun

Bu şahısların yapacağı herhangi bir şey, sizin için çok tehlikeli sonuçlar doğurabilir. Bu tip uygulamalara kesinlikle başvurmayın.

Alternatif tedavi yöntemleri

Akupunktur, aromaterapi gibi alternatif tedavi yöntemleri kullanılabilir. Ancak bunların alışılmış tedavilere üstünlükleri yoktur.

Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon

Fizik tedavi ve rehabilitasyon, hastalığınızın tedavisinde çok önemli yer tutar. Günlük egzersizleriniz ve korumanız gereken pozisyonlar size öğretilecektir.

Kalça ve omuzlarınız başta olmak üzere bazı önemli eklemlerinizin hareketliliğini arttırmayı da öğreneceksiniz. Hareketsizlik, kaslarınızın gücünün azalmasına ve boylarında kısalmaya neden olabilir.

Yapacağınız güçlendirme ve germe egzersizleri, kaslarınızın gücünün ve esnekliğinin korunmasında, arttırılmasında da çok önemlidir.

Egzersizlerinizi düzenli olarak yapma alışkanlığı edinmeniz çok önemlidir.

Günlük egzersizler, hastaların kendi kendilerine uygulayacakları tedavinin önemli bir yönüdür. Düzenli yapılan egzersizler, AS tedavisinde çok önemli bir yer tutar. Egzersizlerin iyi bir şekilde öğrenilmesi ve düzenli olarak yapılması gereklidir. Tüm egzersizler en az günde 1 kez, hatta daha iyisi 2 kez yapılmalıdır.

Akciğer kapasitesinin arttırılması için, tüm hareketler solunum egzersizleriyle birlikte uygulanmalıdır. Tüm hareketlerde, hareketi yaparken burundan derin nefes alıp, başlangıç pozisyonuna dönerken ağızdan üfleyerek nefes verilmelidir.

Unutmayınız !

Ağrılarınızın olmadığı dönemlerde egzersizlerinizi kesinlikle bırakmamalısınız.

HASTALIK REHBERİ

Abse: İçi cerahat dolu şişliklere verilen isimdir. Vücudun her tarafında ortaya çıkabilir. Nedeni vücuda giren mikroplardır.

Adale romatizması: Çoğunlukla, şiddetli soğuk algınlıklarından sonra görülen ve hareket etmenin zorlaşmasına neden olan bir çeşit romatizmadır. Tıp dilinde Myalgia, Fibrozit denir. Korunmak için terli çamaşırları, en kısa zamanda değiştirmek ve üşütmemek gerekir.

Adenit: Boyundaki lenf damarlarının şişmesi sonucu meydana gelen iltahaplı şişliğe adenit denir.

Ağız yaraları: Ağız yaraları, "basit" ve "derin" veya "sert kenarlı" yaralar olmak üzere iki grupta toplanabilir. Çoğunlukla, üşütme veya hazımsızlıktan kaynaklanır. Yaraların etrafı, kırmızı bir çizgi ile çevrilidir. Başlangıçta, içi su dolu kabarcıklar halindedirler. Sonradan patlayarak etrafa yayılır ve sancılı ağrılara neden olurlar. Çocuklarda; kızamık ve çiçek hastalıkları sırasında da aynı yaralar meydana gelebilir.

Ağrılı aybaşı hali: Tıp dilinde dysmenorrhoea/dismenore denilen bu hâl, özellikle aybaşı kanamasının başladığı ilk gün görülür. Bazı kimselerde, ağrılar aybaşı kanamasının başlamasından bir kaç gün önce ortaya çıkar ve kanamanın başlamasıyla kesilir. Bir kısmında da kanama başlamadan, kanama görülen günlerde ve sonraki birkaç gün içinde hissedilir. Bu çeşit ağrılara, çoğunlukla 18-24 yaşları arasındaki kadınlarda rastlanır. Ağrı, göbek altında veya bacakların üst kısmında kasılmalar şeklinde başlar. Kusma görülebilir. Yüz, sararır ve terleme artar.

Akrep sokması: Akrep; sıcak ve nemli yerlerde yaşayan, kıvrık ve kalkık kuyruğuyla zehirli bir iğnesi olan böcektir. Akrep soktuğunda yapılacak ilk iş; soktuğu yerin altını ve üstünü sıkıca bağlamaktır. Sonra; iğnenin bulunduğu yer, iki parmak arasına alınıp, kan akıncaya kadar sıkılır ve üzerine amonyak sürülür.

Albüminüri: İdrarda, albümin bulunmasına; Tıp dilinde Albüminüri; halk arasında ise, aktutma denir. Bir çok hastalıklarda, özellikle Böbrek hastalıklarında, idrarda albümin görülür. Mümkün olduğu kadar süt içmeli, patates haşlaması ile muhallebiyi sofradan eksik etmemelidir. Baharatlı yiyecekler, biber, turşu ve tuz kesinlikle terk edilmeli; kahve ve fazla miktarda su içilmemelidir.

Alerji: Vücudun, bazı madde veya hava şartlarından etkilenmesi yahut psikolojik etkenler sonucu ortaya çıkan bir hastalıktır. Önce, alerjiye neden olan etkenleri bulmak gerekir. Alerjinin belirtileri de; şahsa göre değişir. Kiminde kaşıntı, kiminde kurdeşen, kiminde astım görülür. Hasta, eğer bazı maddelerle temasından dolayı alerji oluyorsa, o maddenin uzaklaştırılması ile mesele kendiliğinden çözümlenmiş olur.

Altını ıslatmak: Tıp dilinde Enuresis denir. Altına ve yatağına işeyen çocuklar; genellikle anne ve babasından yeteri kadar sevgi ve ilgi görmeyen çocuklardır. Hastalık, belli bir nedenden kaynaklanmıyorsa; yapılacak iş, çocuğa ihtiyacı olan sevgiyi vermektir; ancak altını ıslatmak, herhangi bir böbrek rahatsızlığı veya şeker hastalığından da kaynaklanabilir. Bu nedenle doktora gitmek gerekir.

Anne sütünün azlığı: Anne sütünü artırmak için bol bol sulu gıdalar yemek, üzüntülerden sıyrılıp bir süre dinlenmek faydalıdır.

Anus kaşıntısı: Anus (şerç); yani sindirim kanalının doğrubağırsak denilen son kısmındaki çıkış deliği veya çevresinde (oturak yerinde) görülen kaşıntıların nedeni çeşitlidir. Bunlar arasında; kılkurtları, sümüksü akıntı, basur, çatlak, ishal veya kabızlık, egzama (mayasıl), sinir bozukluğu veya yeteri kadar temizliğe dikkat edilmemesi sayılabilir.

Apandisit: Körbağırsağın iltahaplanması sonucu ortaya çıkan bir hastalıktır. Müzmin apandisitte; kat’iyetle ilaç verilmez. Ameliyat gerekir. Had apandisit; karnın ortasından başlayıp, sağ alt kısma yerleşen bir ağrı ile kendini gösterir. Hazımsızlık ve gazdan şikayet edilir. Kusma görülebilir bazen de miğde bulantısı olur.

Arı sokması: Arı; bal ve balmumu yapan fakat, iğnesiyle sokan bir böcektir. Hassas bünyeli kimseleri soktukları zaman,onların şok geçirmelerine neden olabilirler. Eşek arıları ise; bal arılarına nazaran daha tehlikelidir. Arı sokmasında yapılacak ilk iş; arının iğnesini, ucu yakılmış bir iğne ile çıkarmaktır. Sonra arının soktuğu yerin alt ve üstünden sıkıca boğulur. Üzerine soğuk su dökülür.

Arpacık: Halk arasında it dirseği de denir. Doktorların Hordoleum dedikleri hastalıktır. Göz kapağındaki herhangi bir kılın dibinde; içi dolu bir şişlik meydana gelir. Acı ve zonklama vardır. Arpacıkla, hiçbir şekilde oynamayın, onu sıkmayın! Beslenmenize önem gösterin, üzüntülerinizi bırakıp biraz daha mutlu olmaya bakın.

Astım : Hasta, kriz geldiği zaman soluk almakta zorluk çektiğini zanneder, gerçekte nefes vermekte zorluk vardır. Bunun nedeni de, akciğerlerdeki küçük hava borularının daralmasıdır. Buralardan geçen hava, ıslığa benzeyen bir ses çıkarır, ki buna hırıltı denir. Astım, bir kaç grup nedenden kaynaklanır. Bunların başında da bünye gelir. Yani, bazı kimselerde baş ağrısı ne kadar tabi bir şeyse, diğerlerinde de astım o kadar doğaldır. Bazı kimseler, toz, kıl, yumurta, süt, aspirin, çiçek tozu ve benzeri şeylere karşı hassastırlar. Bu hassasiyet, astım krizleri şeklinde kendini gösterir. Tedavi için, hastayı etkileyecek bu unsurların ortadan kaldırılması yapılacak ilk iştir. Aşırı heyecan veya korku da astım krizine yol açabilir. Bu gibi durumlarda hastayı sakinleştirmek yapılacak ilk iştir. Bazı kimselerde de, Had Bronşit sonucu astım krizi görülebilir. Kalp yetmezliği de astım krizine neden olabilir.

Astigmatlık: Göz yuvarlağı çaplarının düzensiz olması sonucu ortaya çıkan bir çeşit göz bozukluğudur. Hasta; noktaları bir çizgi halinde görür. Çoğunlukla doğuştandır. Miyopluk veya hipermetroplukla beraber de görülebilir. Bazı astigmatlar, baş ağrılarından da şikayet ederler. Tedavi için doktorun vereceği gözlüğü kullanmak gerekir.

Aşırı aybaşı kanaması: Aybaşı görme arasındaki süre normaldir. Fakat kanama çoktur ve normal süresinden fazla devam eder. Nedenleri çeşitlidir: rahimde ur, rahim çarpıklığı, yorgunluk, sinir bozukluğu, ateşli hastalıklar veya evlilik hayatındaki uyuşmazlıklardan kaynaklanabilir.

Ateş: Vücut sıcaklığının yükselmesine ateş denir. Vücut sıcaklığı bedenin her yerinde aynı değildir. Örneğin; termometre ağıza konulduğunda görülen ısı, koltuk altına konulduğunda gösterdiği ısıdan 0,5 derece daha düşüktür. Diğer taraftan, vücut ısısı gün boyunca da 0,5 derece oynar. Sabahın erken saatlerinde ısı düşük, akşam saatlerinde yüksektir. Vücut ısısı 36,2 - 37,5 arasında ise normaldir. Ateşle birlikte; üşütme, titreme, baş ağrısı, bunalma, huzursuzluk, vücut kırgınlığı, iştahsızlık, kabızlık, sayıklama, havale veya koyu renkli idrar çıkarmada görülebilir. Ateşin nedeni, genellikle soğuk algınlığı, grip, bademcik iltihabı, boğaz ağrısı, bronşit, sinüzit, kulak iltihabı, bağırsak iltihabı veya böbrek hastalıklarından biri olabilir. Bu nedenle tedaviden önce nedeni tespit etmek gerekir.

Ayak ağrıları: Çoğunlukla yorgunluk, bağ yerlerinin burkulması, fazla kilo almak veya bazı hastalıklardan kaynaklanabilir. Önemli bir hastalıktan kaynaklanmayan ağrılarda yapılacak masaj ve dinlenme çok faydalı olur.

Ayak burkulması: Yürürken, koşarken veya atlarken ayak kaslarının beklenmedik bir durumla karşılaşması sonucu görülür. Burkulmadan hemen sonra ağrı, şişme ve morarma olabilir.

Ayak çıbanı: Ayak derisindeki ter bezleri ve kıl keselerinin mikroplanması sonucu ortaya çıkar. Çıban yerinde, ilk önce sert ve kırmızı bir kabartı belirir. Ağrı vardır. Sonra iltihaplanır. Çıbanı sıkmamak gerekir.

Ayak şişmesi: Ayak şişmesi; uzun süre ayakta durma, dolaşım sisteminin yetersiz olması, gebelik, uzun süre hareketsiz kalma veya incinme, burkulma sonucu ortaya çıkar.

Ayak terlemesi: Ayakların normalden fazla terlemesi genellikle ter bezlerinin aşırı derecede çalışmasından kaynaklanır. Diğer taraftan, kalın çorap giymek, ateşli bir hastalık veya normal vücut sıcaklığının düşmesi de ayak terlemesine neden olabilir.

Aybaşı düzensizliği: Aybaşı kanaması normal olarak 2-7 gün sürer. Normal olarak 28 günde bir görülen aybaşı kanaması, bazı hallerde vaktinden önce veya sonra da görülebilir. Nedeni; asabi krizler, hormon dengesizliği veya bünye zayıflığı olabilir.

Aybaşı kanaması azlığı: Aybaşı kanının normal miktarı; sağlam kadınlarda 7-77 gram arasında değişir. Çoğunda 27-75 gram arasındadır. Ortalama miktar 50 gram kabul edilir. Aybaşı kanının yukarıda belirtilen miktarlardan az olması, çoğunlukla ruhsal durumla veya kansızlıkla ilgilidir.

Aybaşı kanamasının gecikmesi: Normal olarak zamanı geldiği halde aybaşı kanaması başlamazsa; gebelik, kansızlık, tiroid veya karaciğer hastalıkları akla gelebilir. Ayrıca yorgunluk, sinirlilik veya adetten kesilme de düşünülebilir.

Aybaşı kanamasının uzun sürmesi: Normal aybaşı kanaması 2-7 gün devam eder. Bazı kimselerde bu süre uzar. O zaman rahimde ur veya kist olduğundan, yumurtalıkların üşütülmüş olmasından, sinir veya kalp hastalığından şüphe edilir. Tedaviye geçmeden önce esas nedeni bulmak gerekir. Önemli bir durum yoksa aşağıdaki reçetelerden arzu edilen uygulanır.

Aybaşı kanaması yokluğu: Genç bir kız buluğ çağına geldiği halde, aybaşı görmeye başlamamışsa, aybaşı yokluğundan söz edilir. Bu durum karaciğer hastalıklarından, kansızlıktan veya tiroit bezi bozukluğundan kaynaklanabilir. Öncelikle nedeni bulmak gerekir. Normal aybaşı gören kadının da; kansızlık, karaciğer rahatsızlıkları, beslenme bozuklukları veya tiroid bezi hastalıkları sonucu aybaşı kanamaları kesilebilir. Öte yandan aybaşı yokluğu, gebeliğin veya menapozun işareti olabilir.



Bademcik iltihabı: Bademciklerin iltihaplanmasına tıp dilinde tonsilit denir. Bademcikler şiş, kırmızı ve yeşilimtrak beyaz renkte cerahatlı görünümdedir. Yutkunma sırasında ağrı yapar. Hastada kırıklık, baş ağrısı ve vücut ağrıları vardır. Hastalık birdenbire üşütme ve ateş ile başlar. Gereği gibi tedavi edilmezse orta kulak iltihabı, böbrek iltihabı, romatizma ve kalp hastalıklarına neden olabilir.

Bağırsak gazı: Bağırsaklarda hissedilen şişkinlik, bağırsak gazından kaynaklanır. Nedeni, bağırsakları besleyen bezlerin yeteri kadar çalışmaması, yemek yerken fazla hava yutma veya sinir bozukluğudur.

Bağırsak iltihabı: Beslenme bozuklukları, soğuk veya sıcak içecekler veya kullanılan bazı ilaçlar, hastalığın nedenleri arasındadır. Tıp dilinde kolit denir. Tedavide rejim ve istirahat esastır. Yenmemesi gerekenler: Lahana, karnıbahar, kabak, domates, yağlı et suları, yağlı et ve balıklar, konserveler, av etleri, pastırma, sucuk, salam, börek, taze ekmek, bütün baharatlar, alkol. Yenilmesinde sakınca olmayanlar: un veya sebze çorbaları, yağsız ızgara etler, yoğurt, patates püresi, pilav, beyaz peynir ve sebze yemekleri.

Bağırsak kanaması: Önemli bir hastalığın işareti olabilir. Önce kanamanın nedenini tespit ettirmek gerekir. Kısa sürede kesilmeyen kanamalarda mutlaka doktora başvurmak gerekir.

Bağırsak solucanları: Bağırsak solucanları, insan vücudunda asalak olarak yaşarlar. Bunlara bağırsak kurtları da denir. Genellikle 5 grupta toplanırlar.
- Yuvarlak kurtlar
- Kıl kurtları
- Kamçı kurtları
- Kancalı kurtlar
- Şerit

Balgam: Sümüksü, cerahatli veya kanlı görünüşte bir maddedir. Bronşitin işareti olabilir.

Basur: Son bağırsakta bulunan siyah kan damarlarının genişleme, şişme ve kanamalarına; halk arasında basur, tıp dilinde hemoroid denir. Başka bir hastalığın da belirtisi olabilir. Kabızlık, hamilelik, şişmanlık, soğuk yerlerde fazla oturma, alkol alışkanlığı ve son bağırsaklardaki bazı hastalıklar, basura neden olur. Basurlar iç ve dış olmak üzere ikiye ayrılır. İç basur; makatın içinde meydana gelen basurlara verilen isimdir. Dış basur; makatın dışında, küçük, yuvarlak, eflatuni renkte tümörlerdir. Tedavide ilk şart, kabızlığı gidermektir.

Baş ağrıları: Baş ağrıları çeşitli nedenlerden kaynaklanır. Bunlar; şöyle sıralanabilir.
- Aşırı yemekten sonra görülen veya açlıktan kaynaklanan baş ağrıları.
- Göz, kulak veya burun hastalıklarından kaynaklanan baş ağrıları
- Ateşli hastalıkların neden olduğu baş ağrıları
- Alkol kullanmanın neden olduğu baş ağrıları
- Kafa bölgesinde meydana gelen, kırık, ezik, çatlak veya sarsıntılardan kaynaklanan baş ağrıları
- Beyin urlarının neden olduğu baş ağrıları
- Kahve tiryakilerinde kahvesizlikten doğan baş ağrıları
- Kabızlık çekenlerde görülen baş ağrıları
- Saralılarda görülen baş ağrıları
- Çikolata, sarımsak, lahana, yeşil biber, kuru yemiş yedikten sonra görülen, alerjik baş ağrıları
- Menenjit hastalığının neden olduğu baş ağrıları
- Fazla miktarda şekerli yiyecek yemekten doğan baş ağrıları
- Diş hastalıklarının neden olduğu baş ağrıları
- Fazla çalışma ve ruhi çöküntülerin neden olduğu baş ağrıları
Baş ağrılarının gerçek nedenini bulabilmek için mutlaka doktora başvurulmalıdır.

Başdönmeleri: Hasta, kendisinin veya etrafındaki eşyanın boşlukta döndüğünden şikayet eder. Tıp dilinde vertigo denen baş dönmelerinin nedenleri çeşitlidir. Bunlardan başlıcaları şunlardır:
- Kulak ağrısı
- Araç tutmaları
- Ani hava değişimi
- Bazı göz hastalıkları
- İlaç zehirlenmeleri
- Düşük veya yüksek tansiyon
- Damar sertliği ve bazı kalp hastalıkları
- Kansızlık ve kan hastalıkları
- Mikrobik hastalıklar
- Beyin hastalıkları
- Sara ve bazı ruh hastalıkları
Tedaviye başlanmadan önce hastalığın gerçek nedeninin tespit edilmesi gerekir. Baş dönmelerine yapılacak ilk iş; hemen oturmak veya öne eğilmek ve mümkünse hemen yatmaktır. Baş dönmesi sık sık oluyorsa mutlaka bir doktora gitmek gerekir.

Bayılmalar: Geçici olarak uyanıklık halinin kaybolmasına halk arasında bayılma tıp dilinde senkop denir. Bu durumda beyin hücrelerine giden oksijen azalmıştır. Bayılmanın nedeni; yorgunluk, uzun süre ayakta kalmak, ani heyecanlar, tansiyon yüksekliği, gebelik, kansızlık, damar sertliği ve kalp hastalıklarıdır. Bayılmadan önce baygınlık hissi gelir. Sonra yüz kül rengini alır. Arkasından da terleme, çarpıntı, göz kararması ve baş dönmesi görülür. Bu gibi durumlarda yapılacak ilk iş hastayı hemen yatırmak, elbise ve çamaşırlarını gevşetmektir. Sonra yüzüne su serpilir ve amonyak koklatılır.

Bel ağrısı: Esaslı bir hastalıktan kaynaklanmayan bel ağrıları, çoğunlukla yorgunluk sonrası görülür. Dinlenmekle geçer. Uzun süren bel ağrılarında mutlaka doktora görünmek gerekir.

Bel gevşekliği : Cinsel ilişki sırasında, meninin vaktinden önce boşalmasına verilen isimdir. Halk arasında erken boşalma. Tıp dilinde ise ejakulasyon denir. Nedeni çoğunlukla ruhsaldır. Tedaviye sinirleri dinlendirmek, açık havada dolaşmak, sabah akşam ılık banyo yapmak ve hazmı kolay şeyler yemekle başlanır.

Belsoğukluğu : Tıp dilinde gonore denilen bir çeşit zührevi hastalıktır. Cinsi münasebetle bulaşır. İdrar yollarında acıma, yanma, şişlik ve akıntı ile belirir. Akıntı cerahatlıdır. Bu cerehat ellere bulaşacak ve eller de gözlere sürülecek olursa, körlüğe neden olabilir. Kadınlarda da, beyazımtırak cerahatlı akıntı, sık sık idrara gitme, idrar yaparken ağrı ve yanma ile kendini gösterir. Üreme organlarında akıntı görüldüğünde, mutlaka tedavi edilmesi gerekir. Aksi halde kendisinde bel soğukluğu görülen, bu hastalığı cinsel ilişkide bulunduğu herkese bulaştırır.

Boğaz ağrısı : Havasızlıktan, toz, sigara içmek, burun tıkanıklığı, dişeti iltihabı gibi nedenlerden kaynaklanır.

Boğaz iltihabı : Tıp dilinde farenjit veya anjin adı verilen bu hastalığın nedenleri; nezle ve grip gibi ateşli hastalıklarla, havadaki zararlı maddeler, sinüzit, alkol veya sigaradır. Yapılacak ilk iş; istirahat etmektir. Mümkün olduğu kadar az konuşmak da yararlıdır.

Boğmaca : Bulaşıcı bir hastalıktır. Tıptaki adı Pertussis'dir. Çoğunlukla 1 ila 4 yaşları arasındaki çocuklarda çok görülür. Ortalama olarak 4-6 hafta devam eder. Hastanın burnu akar, nöbet halinde gelen öksürük görülür. Bazen kusmaya neden olur. Tedavi için kesin yatak istirahati şarttır. Hastaya sık sık fakat az miktarda yumuşak yiyecekler verilmelidir.

Boyun tutulması : Soğuk almaktan, boynun çarpık durumda bir süre kalmasından veya nezleden kaynaklanır.

Böbrek ağrısı : Böbrek ağrısının nedenleri çeşitlidir. Bunlar arasında: böbrek taşı, böbreklerden idrar akışının tıkanıklık nedeniyle düzensizliği, böbrek uru, böbreklerden çıkan zehirli atıkları mesaneye taşıyan borularda taş, ur veya kan pıhtısı, böbrek apsesi olabilir. Ağrılar sırasında terleme ve kusma da görülebilir.

Böbrek iltihabı : Böbreklerin iç kısımlarının iltihaplanmasıdır. Tıp dilinde piyelonefrit adı verilir. İki çeşiti vardır:
- Akut Böbrek İltihabı : Ani olarak ortaya çıkan, titreme, kaburga altlarında ve yanlarında başlayıp, kasıklara kadar yayılan bir ağrı ile kendini gösterir. Sık sık idrara gitmek ihtiyacı duyulur. İdrar çıkarken de yanma ve ağrı hissedilir. İlk önlem olarak belin iki yanına sıcak su torbası konur. Bol su, limonata ve açık çay içilir.

- Kronik Böbrek İltihabı : Akut böbrek iltihabının gereği gibi tedavi edilmemiş olması, kronik böbrek iltihabının başlıca nedenidir. Hastada iştahsızlık, ateş, halsizlik, baş ağrısı, ağrılı idrar etme ve bel ağrıları görülür. Yapılacak ilk iş, bol bol meyva suları içmek ve aşağıdaki reçetelerden birini uygulamaktır. Ayrıca tuz ve hayvani gıdalar azaltılmalıdır.

Böbrek kumu : Yeterince su içilmemesi, A vitamini eksikliği, böbrek üstü bezlerinin fazla çalışması ve bazı böbrek hastalıkları, böbreklerde kum birikmesine neden olur.

Böbrek taşı : İdrarda bulunan oksalat billurlarının meydana getirdiği böbrek taşları, kum tanesi kadar olabildiği gibi pinpon topu büyüklüğünde de olabilir. Ufak taşlar böbrekten kolaylıkla çıkabilr. Büyükler ise böbreklerden mesaneye giderken şiddetli ağrılara neden olur Göğsün yukarı ve ön kısmında, kaburgaların altında, ani ve kıvrandırıcı ağrı hissedilir. Terleme ve kusma da görülebilir. İdrarın rengi bulanık ve bazen kanlıdır.

Böcek sokması : Böceğin ısırdığı yerde şiddetli kaşıntı, kızarıklık ve şişlik görülür. Böceğin zehirli olabileceğini düşünerek aşağıda tarif edilen işlem yapılır. Vakit kaybetmeden böceğin soktuğu yerin alt ve üstünden sıkıca bağlanır. Sonra böceğin soktuğu yer iki parmak arasına alınıp, sıkılır ve zehirli kanın akması sağlanır.

Bronşit : Akciğerlere giden havayollarının iç yüzündeki zarın iltihaplanmasıdır. Akut ve kronik olarak iki gruba ayrılır.
- Akut Bronşit : Genellikle grip, kızamık, boğmaca veya tifo gibi hastalıklar sırasında görülür. Sisli ve soğuk havalarda çok rahatsız olurlar. Hastalığın başlangıcında kuru ve ağrılı öksürük, az yapışkan balgam, sonraları sümüksü cerahatli balgam ile hafif ateş ve halsizlik görülür. Mutlaka tedavi edilmesi gerekir.
- Kronik Bronşit : Bu çeşit bronşitte; havayollarını yağlayan bezler büyümüş, iç yüzlerinde bulunan tüyler görevini yapamaz olmuştur. Mutlaka tedavi edilmesi gerekir.
Her iki bronşitte de yapılacak ilk iş sigarayı bırakıp istirahat etmektir.

Burkulmalar : El ve ayak bilekleri herhangi bir kaza sonucu burkulabilir. Bu gibi durumlarda, bilekte ağrı ve şişme görülür. Yapılacak ilk iş, burkulan yeri rahat bir duruma sokmaktır.

Burun ahtapotu : Burunda et büyümesinden kaynaklanan bu hastalığa tıp dilinde adenoid ve polip denir. Hastanın burnundan soluması güçleşir. Daha çok ağzından nefes alıp verir.

Burun akıntısı : Burun akıntısının nedeni; nezle, saman nezlesi, sinüzit, müzmin nezle, alerjik burun iltihabı veya burna herhangi birşey kaçmış olmasıdır. Ayrıca kızamık başlangıcında da görülür.

Burun kanaması : Çeşitli nedenlerden kaynaklanan burun kanamalarına tıp dilinde epistaksis denir. Genç erkeklerde genellikle ergenlik dönemlerinde, genç kızlarda ise, çoğunlukla aybaşı kanamaları sırasında görülür. Bir de; yüksek tansiyonun neden olduğu burun kanamaları vardır. Gençlerde görülen ve önemli olmayan burun kanamaları çok kolay durdurulur ve korkulacak bir şey yoktur. Tansiyon yüksekliğinden kaynaklanan ve genellikle orta yaşlarda görülen burun kanamalarını durdurmak ise biraz zordur. Yapılacak ilk iş hastayı hemen oturtmak, başını öne doğru hafifçe eğip, burnunun kanayan deliğini on dakika kadar bastırmak, bu sırada ağızdan nefes almasını ve yutkunmasını söylemektir.

Burun tıkanıklığı : Saman nezlesi ve sinüzitte görüldüğü gibi, başka bir hastalığın da belirtisi olabilir.









Cinsel soğukluk : Tam manasıyla tatmin olamayan kadının cinsel ilişkiye gereği gibi cevap vermemesine; tıp dilinde firijidite denir. Nedeni daha çok ruhsaldır.

Çarpıntı : Tıp dilinde palpitasyon denilen çarpıntının nedenleri çeşitlidir. Bir kalp hastalığı söz konusu değilse; fazla sigara içmek, alkol, yorgunluk, sinirlenmek, kansızlık, hazımsızlık, çay, kahve veya zehirlenmelerden kaynaklanabilir.

Çıbanlar : Derideki kıl keseleri veya bezlerinin hastalanması sonucu ortaya çıkan sızıntılı, ıslak kabarcıklara çıban denir. Katiyetle sıkılmamaları gerekir.

Çıkıklar : Kemiklerden herhangi birinin oynak yerinden kısmen veya tamamen ayrılmasına çıkık denir. Bu durumda yapılacak ilk iş doktora gitmektir.

Çiçek hastalığı : Tıp dilinde variola denilen bulaşıcı bir hastalıktır. Hastalık şiddetli titreme ve 41 derece ateşle ortaya çıkar. Hastalık mikrobunun vücuda girmesiyle ortaya çıkması arasında geçen süre 10-14 gündür. Hasta istirahat ettirilir , başkaları ile görüşmesi yasaklanır. Doktorun tavsiyelerine uyulur. Bol su ve şerbet içirilir.

Çiller : Çoğunlukla beyaz tenli, kırmızı saçlı kimselerde görülen çiller, yüze serpilmiş ufak lekeler halindedir. Nedeni; cildin güneşe karşı gösterdiği tepkidir. Olgunlaşmış çillerin yok edilmesi mümkün değildir. Ancak koruyucu önlemler alınır. Yüzünde çil olanların güneşte fazla durmamaları ve yüzlerini sık sık yıkmaları tavsiye edilir.

Çocuk felci : Omuriliğin ön kordonlarının iltihaplanması sonucu felçle neticelenen bir hastalıktır. Tıp dilinde poliomelitis denir. Bilhassa yaz ve sonbahar aylarında görülür. Nedeni bir çeşit virüstür. Lağım sularının yiyeceklere bulaşması, sineklerin taşıdığı mikroplar, hastalığa yakalanmış kişinin ağız ve burnundan çıkan damlacıklarla bulaşır. Çocuk felcine küçükler yakalanabileceği gibi büyükler de yakalanabilir. Hastalık mikrop kapıldıktan 7-21 gün içinde ortaya çıkar. Hastada ateş, baş ağrısı, boğaz ağrısı, kusma, yorgunluk, boyunda kasılma, ve sırt ağrıları vardır. Hastalığın ilk günlerinde gerekli tedaviye başlanmazsa, özellikle kol ve bacaklarda felç görülür. Hastalığın başlangıcında hastayı diğer kimselerden ayırmak ve yatırmak gerekir. Çocuk felcinden korunmak için Salk aşısı veya Sabin aşısı yaptırmak gerekir. Bu aşının ilki çocuk 6 aylık olmadan önce, ikincisi ilk aşıdan 2 ay sonra, üçüncüsü, ikinci aşıdan 6 ay sonra yapılır. 5 ve 15 yaşlarında da tekrarlanır. Tedavi için mutlaka doktora başvurm k gerekir.

Çocuklarda gelişme bozuklukları : Çocuklarda görülen gelişme bozukluklarının çoğu kötü beslenmeden kaynaklanır. Bunun yanı sıra; geçirilen bir hastalıktan kaynaklanan veya irsi olarak da gelişme bozukluğu görülebilir. Nedeni test etmek için doktora başvurmak gerekir.

Çok uyumak :
1 ila 4 yaşları arasındaki çocukların; geceleri 13, öğleden sonra da 2 saat olmak üzere, günde 15 saat uyumaları, sıhhatli büyümelerini sağlar.
5 ile 7 yaşları arasındaki çocuklara ise, geceleri 11-13 saat uyku yeterlidir.
8-14 yaşları arasında 9-11 saat; 15 yaşından sonra da 8 saat uyku yeterli gelir.
20 yaşını geçenlere 6-8 saat gece uykusu yeterlidir.

Çürükler : Cilt yırtılmadan altındaki bir kılcal damarda görülen kanama halk arasında çürük denir. Tıp dilinde ise ekimoz denir. Bu gibi durumlarda yapılacak ilk iş, çürüğün üzerine soğuk su ile kompres yapmaktır.




Dalak hastalıkları : Karın boşluğunun solunda, midenin arka tarafında bulunan dalak; eskimiş kırmızı kan hücrelerini yok eder, gerektiği zaman da yeni kırmızı kan hücreleri imal eder. Sıtma ve tifo gibi bulaşıcı hastalıklar veya kansızlık sonucu dalak hastalanabilir.

Damar sertliği : Vücuttaki kan damarlarının bir kısmının veya tamamının sertleşmesi sonucu, esnekliklerini keybetmesine; halk arasında damar kireçlenmesi tıp dilinde ise Arterio Skleroz veya Atheremo denir. Nedeni, kan damarlarının iç kısımlardaki hücrelerin esnekliğini kaybedip, zayıflaması veya kandaki yağlı maddelerin birikinti yaparak, damarı darlaştırmasıdır. Belirtileri baş dönmesi, baş ağrısı, titreme, yürürken sendeleme, düşünme ve öğrenme gücünde zayıflama, sinirlilik veya damarın sertleştiği bölgelerde ağrılar görülür. İlk belirtiler görüldüğünde önlem alınacak olursa, korkulacak bir şey yoktur. Hastanın neşe ve cesaretini kaybetmemesi ve doktorun tavsiyelerini yerine getirmesi iyileşmede atılacak ilk önemli adımdır. Damar sertliği teşhisi konan kimse, perhiz yapmalı, alkol ve sigara gibi keyif verici maddeleri bırakmalı, yumurta, tereyağı ve benzeri yiyecekleri terk etmeli, tuzu da azaltmalıdır. Ayak damarlarında meydana gelebilecek herhangi bir hastalığı önlemek için de dar ayakkabı giymekten kaçınmalıdır.

Deri iltihabı : Çoğunlukla kullanılan sabun, deterjan, boyalar ve bazı bitkilerin neden olduğu bu hastalığa tıp dilinde Dermatit denir. Tedaviye deride iltihaplanmaya sebep olan şeyi belirleyip, onu terk etmekle başlanır.

Deri kanseri : Deri üzerinde ufak bir şişlik veya bir türlü iyileşmeyen bir yara şeklinde başlayabilen bir çeşit kanserdir. Şişlik, başlangıçta ufak bir yumru şeklindedir. Bir süre sonra aynı yer açılır ve yara haline dönüşür, sonra kabuk bağlar. Bu gibi durumlarda telaşlanmamak; ancak acele etmek gerekir. Erken tedavi edildiği takdirde iyileşir.

Deri kuruluğu : Tıp dilinde iktiyoz denen bu hastalıkta deri, kuru, pul pul ve bazen de çatlak görünümdedir. Merak edilecek bir durum yoktur. Sık sık sıcak banyo yapmak şikayetlerin çoğunu geçirir.

Deri lekeleri : Deride görülen esmer lekelere "Karaciğer lekeleri", beyaz lekelere de "Vitligo" adı verilir. Bunlar merhem veya kremlerle gizlenebilir.

Dil büyümesi : Kısa süreli dil büyümelerinde aşağıdaki reçeteler kullanılır. 2-3 günde geçmeyen dil büyümesinde, doktora başvurmak gerekir.

Dil felci : Sinir sistemindeki bir bozukluktan dolayı, dil gücünün kaybolmasıdır. Doktor tarafından tedavi edilmesi gerekir.

Dil iltihabı : Tıp dilinde Glossit denilen bu iltihaplanmanın nedeni, çürük dişler, dişeti iltihabı, sigara, çok sıcak veya çok soğuk şeyler yemeyi alışkanlık haline getirmiş olmaktır. İhmal etmemek gerekir. Çünkü dil kanseri veye dil ülseri belirtisi de olabilir. Mutlaka doktora başvurmak gerekir. Yapılacak ilk iş, sigarayı bırakmak, çürük dişleri tedavi ettirmek, ve kötü alışkanlıkları terk etmektir.

Dil ülseri : Dilde görülen; etrafı kırmızı, içi su dolu küçük kabarcıklar, dil ülserinin belirtisi olabilir. Derin ve sert kenarlı dil yaralarında, mutlaka doktora başvurmak gerekir. Diğer dil yaraları, hazımsızlık veya gripten kaynaklanabilir.

Diş ağrısı : Diş ağrısı; dişin çürümesi, minesinin aşınması, dişetlerinin iltihaplanması veya bunlara benzer nedenlerden kaynaklanır.

Dizanteri : Bulaşıcı ve salgın bir hastalıktır. Hastada, ishal görülür. Dışkısı kanlı ve sümüklüdür. İştahsızlık karın ağrısı ve ateş de vardır Su veya besinlerle bulaşır. İki çeşit dizanteri vardır.
- Amipli Dizanteri : Vücuda mikrop girmesinden 10-21 gün sonra hastalık belirtileri ortaya çıkar. Hastada kanlı ishal, ateş, karın krampları, kilo kaybı, ve halsizlik görülür.
- Basilli Dizanteri : Mikrobun vücuda girmesinden 2-7 gün sonra belirtileri ortaya çıkar. Hastalığın salgın halini almasında kara sinekler başrolü oynar. Hastada; kanlı ve balgam kıvamında ishal, karın ağrısı, halsizlik ve ateş görülür.
Yapılacak ilk iş; hastayı, sağlamlardan ayırmaktır.

Doğum sancıları : Doğum sancıları; doğumun habercisidir. Başlangıçta 20 dakikada bir gelen doğum sancıları, daha sonra sıklaşır ve her seferinde döl yatağı kasılıp, sertleşir. Sancılar sırasında kanama görülmezse korkulacak bir şey yoktur.

Dolama : Şeytan tırnağı veya parmağa iğne ya da kıymık batması sonucu, tırnak dibinde meydana gelen iltihaplanmaya; halk arasında dolama, tıp dilinde paronychia denir. Başlangıçta kırmızı bir benek halindeyken daha sonra içi dolu sivilceye dönüşür. Dolama, kan zehirlenmesine neden olabilir. Bu nedenle ihmal edilmeden doktora başvurmak gerekir. Alkol pansumanı veya sıcak su kompresi çok faydalıdır.

Donmalar : Üşümenin en ağır şekline donma denir. Donan kişiyi birdenbire ısıtmamak gerekir. Böyle durumlarda yapılacak ilk iş; vücuda bir battaniye sarıp, ılık bir yere taşımak; orada başı hafif geriye doğru olmak üzere sırtüstü yatırmak, kol ve bacaklarını soğuk su ile iyice ovmaktır. Limonsuyu ile masaj yapılabilir.

Dölyolu akıntısı : Halk arasında beyaz akıntı; tıp dilinde ise; Gleet denilir. Arasıra görülen beyaz akıntı pek önemli değildir. Çünkü üşütmek, ruhi bunalım, uzun süren bir hastalık veya yüksekçe bir yerden düşmekten kaynaklanabilir. İç çamaşırında krem rengi beyazlıkta bir leke görülür. Kuruduğu zaman kahverengiye çalan sarı bir renk alır. Önce beyaz akıntının nedenini bulmak gerekir.

Dudak çatlaması : Dudaklar, güneş veya soğuk havanın tesiriyle çatlayabilir. Endişe edilecek bir durum yoktur.


Egzama : Mayasıl diye bilinen egzama, derinin sulanması ile meydana gelen bir iltihaptır. Tıp dilinde; Erythema pernio denir. Kaşıntı ve kızartı ile ortaya çıkar. nedeni; ruhsal olabileceği gibi alerjik tepkiler veya deriyi tahriş eden maddeler de olabilir. Bazı kimselerde de ırsidir. Vücudun hemen hemen her yerinde görülebilir ve bulundukları yere göre isimlendirilirler. Tedavinin ilk prensibi; üzülmemek ve egzamalı yerleri kaşımamaktır. Ayrıca, su ve sabunlu sudan olduğu kadar uzak kalmak da gerekir. Su yerine permanganatlı su ve rivanollu su kullanılır. Perhiz yapılır. Acılı, baharatlı ve yağlı yenmez.

Ekstrasistol : Kalbin normal atışlarına, fazladan atış eklenmesine Ekstrasistol bir başka deyişle fazladan atış denir. Kalbin bir atışı, vaktinden önce olur. Sonra, bir süre atış olmaz. Bu atışlar, tek tek veya arka arkaya meydana gelir. Kalp hastalıklarında görüldüğü gibi; fazla sigara, içki içmek; heyecanlanmak ve hazmı güç yemeklerden sonra da görülebilir.

El ve ayak titremeleri : Hafif el ve ayak titremeleri; daha ziyade nevroz, isteri ve nevrastenide görülür.

Enfarktüs : Kalbi besleyen büyük damarlardan birinin aniden tıkanması sonucu ortaya çıkan bir durumdur. Enfarktüs krizi geçiren hasta; kalp bölgesinde ani bir ağrı hisseder. Bütün benliğini ölüm korkusu sarar. Nefes almakta zorluk çeker. Yapılacak ilk iş, hastanın 45 derece bir meyille oturmasını sağlamaktır. Sonra; vakit geçirmeden doktor çağrılır. Enfarktüs krizini atlattıktan sonra kesin istirahat ve doktorun dediklerine uymak şarttır.

Ergenlik sivilceleri : Ergenlik yaşındakilerin yüz, omuz, sırt ve karınlarında görülürler. Siyah noktalar, beyaz benekler, kırmızı veya mor lekeler halindedirler. İçleri cerahat dolu bu sivilcelere; akne de denir. nedeni; yağ bezlerinin tıkanmış olmasıdır. Ergenlik sivilceleri kendiliğinden kaybolur. Sıkmamak, oynamamak gerekir. Tedavinin ilk şartı sabırdır. Yüzü günde 3-4 kere kükürtlü sabunla yıkamakta fayda vardır. Bu arada baharatlı yiyecekleri ve çikolatayı terketmek gerekir.

Ezikler : Eziklerde yapılacak ilk iş; eziğin üzerine buz koymak veya soğuk su ile kompres yapmaktır. Ayrıca; dışarı kan çıkmışsa, önce oksijenli su ile temizlenir. Aşağıdaki reçetelerden de faydalanılır.


Fazla terlemek : Haddinden fazla terlemek; sinir bozukluğu, fazla sıcak, tiroid bezinin çalışmasında görülen bozukluk, tüberküloz, raşitizm veya iskorbütten kaynaklanır. Ergenlik yaşlarında da fazla terleme görülür. Bu nedenle terlemenin asıl nedenini bulmak gerekir.

Felç : Sinir sisteminde meydana gelen bir bozukluktan dolayı, kas gücünün kaybolmasına felç, nüzül veya inme denir. Tıp dilinde ise paralizi veya serebral tromboz denir. Hafif ve ağır olmak üzere iki şekli vardır. Tedavinin ilk ve önemli şartı hastanın neşesini kaybetmemesi ve en kısa zamanda iyileşeceğine inanmasıdır.

Ferç kaşıntısı : Kadınların üreme organlarının dış kısmının kaşınması; döl yolundan gelen akıntıdan kaynaklanabilir. Ayrıca, böyle bir neden olmadığı halde kullanılan sabun ve iç çamaşırın cinsi de kaşıntıya neden olabilir. İç çamaşırı veya kullanılan sabundan kaynaklanan ferç kaşıntılarında; bunları kullanmamakla şikayet ortadan kalkar.

Fıtık : Vücudun herhangi bir organının; genellikle bağırsağın, kaslar arasındaki zayıf bir noktadan dışarı çıkmasına fıtık denir. Fıtık olan yerde, şişlik görülür. Öksürünce veya ıkınınca büyür. Ağır işler yapmaktan, öksürmekten ve ıkınmaktan, hoplayıp zıplamaktan kaçınmak gerekir. Ameliyat olunmayacaksa, fıtıkbağı kullanmak faydalıdır.

Fil hastalığı : Özellikle bacakların şişip, genişlemesi şeklinde ortaya çıkan bu hastalığa halk arasında gelincik, tıp dilinde elefantiasis denir. Nedeni lenf kanamalarının iltihaplanıp, şişmesidir.

Fistül : Çoğunlukla anüs yakınında meydana gelen, içi cerahat dolu, ufak, kırmızı ve akıntılı bir şişliktir. Etrafında ağrı vardır. Tedavi edilmedikçe geçmez.

Frengi : Zührevi bir hastalıktır. Bulaşıcıdır. Tıp dilinde sifilis denir. Frengili kadının doğurduğu çocuğa, doğuştan geçmesi şekli istisna edilirse; hemen hemen her zaman cinsel ilişkiyle geçer. Mikrop vücuda girdikten 3 hafta sonra belirtilerini göstermeye başlar. Mikrobun vücuda girdiği yerde, yani erkeklerde peniste, kadınlarda vajinada Şankr adı verilen bir yara meydana gelir. Bu yara dudakta, meme ucunda, makatta veya parmaklarda da görülebilir. Zamanla akıntılı bir yara haline gelip; çevresi kızarır ve sertleşir. Mikrobun vücuda girmesinden 6-12 hafta sonra hastada; baş ağrıları, ateş, boğaz ağrısı, deri döküntüleri ve iştahsızlık, görülmeye başlar. 6 ay sonra ise, mikrop vücudun belli başlı organlarına oturur. Tedaviye en kısa zamanda başlanması ge






Gastrit : Midenin iç yüzündeki zarın iltihaplanması sonucu ortaya çıkan bir hastalıktır. Mide iltihabı veya mide nezlesi de denir. Hazırlayıcı nedenler : Ağır yemekler, fazla kuru veya sert yiyecekler, hamur işleri, tatlılar, acı ve baharatlı yiyecekler, alkol, fazla miktarda çay, kahve veya sigara içmek, yemek saatlerinin düzensiz olması, çabuk çabuk ve çiğnemeden yemek, fazla ilaç kullanmak, ateşli hastalıklar, karaciğer veya safra kesesi hastalıkları, kalp hastalıkları veya romatizmadır. Tedaviye başlamadan önce hastalığın nedenini tespit etmek gerekir. Belirtileri : Mide ağrısı, bulantı veya kusma, baş ağrısı, iştahsızlık, aniden çıkan ateş, baş dönmesi, dilde beyaz pas, yorgunluk görülür. Midenin üzerine bastırlınca da ağrı hissedilir. Bu belirtiler özellikle ilk bahar ve son bahar aylarında artar. Tedavisi : Perhiz ve istirahat şarttır. Hastalığı doğuran nedenler ortadan kaldırılır. Hafif yiyecekler yenir. Aspirin gibi ilçlar kullanılmaz. Yemekler, yavaş yavaş ve çok çiğnenerek yenir.

Gazlar : Midede veya bağırsaklarda gaz birikebilir. Nedeni; hava yutmak veya mide hastalıklarıdır.

Gece körlüğü : Beslenmedeki A vitamini eksikliğinin neden olduğu bir hastalıktır. Hasta; alacakaranlıkta gereği gibi göremez.

Geğirmek : Çoğunlukla sinirli kimselerde görülür. Bunlar yemeklerde haddinden fazla hava yutarlar. Ayrıca geğirme mide veya safra kesesi hastalıklarının bir belirtisi olabilir. Bu nedenle esas nedeni tespit etmek gerekir.

Gevşek penis : Erkeklik organının sertleşmemesi, sağlık durumunun bozukluğundan kaynaklanır. En önemli neden sinir bozukluğudur. Kendine güvenememe, yorgunluk, içki, şeker hastalığı, uyuşturucu madde alışkanlığı da diğer nedenler arasında sayılabilir. Tedavinin ilk şartı; kötü alışkanlıkları bırakmak, kendine güvenmek, temiz havada dolaşmak ve yeterince gıda almaktır.

Gıda zehirlenmeleri : Gıda zehirlenmeleri; çoğunlukla bayatlamış ve bozuk yiyecekler veya bayat balık yedikten sonra görülür. Belirtileri : Hasta solumakta, yutkunmakta güçlük çeker. Kaslarında ağrı ve kramplar vardır. Baş dönmesi, halsizlik, mide ağrısı ve bulanık gördüğünden şikayet eder. Bazı hastalarda kabızlık, bazılarında da ishal görülür. Yapılacak ilk iş, hastayı kusturmaktır. Gerekiyorsa sunni solunum da yapılır. Vakit kaybetmeden hastaneye götürülür.

Göğüste su toplaması : Tıp dilinde sulu zatülcemp denilen hastalıktır. Akciğerlerin etrafını saran zarın iltihaplanması sonucu meydana gelir. Zarın iki yaprağı arasına su toplanmıştır. Nedeni; şiddetli soğuk algınlığı, bronşit, böbrek hastalıkları veya kulak iltihaplarıdır. Göğsün yan taraflarında şiddetli ağrı hissedilir. Bunlara bastırıldığı zaman ağrı şiddetlenir. Nefes darlığı vardır. Yatak istirahati ve doktor tedavisi şarttır.

Göz ağrısı : Göz ağrısının nedenleri çeşitlidir. Az ışıkta çalışmak sonucu gözlerin yorulması, gözdeki herhangi bir kısmın iltihaplanmış olması, göze yabancı bir cisim kaçmış olması, sinüzit, yarım başağrısı, grip, nezle ve ateşli hastalıklar göz ağrısına neden olabilir. Önce hastalığın nedenini tespit etmek gerekir.

Göz iltihabı : Halk arasında göz nezlesi veya pembe göz denir. Göz yuvarlağının üstünü örten ince zarın iltihaplanması sonucu ortaya çıkar. Tıp dilinde konjonktivit denir. Çoğunlukla ilk bahar aylarında görülür. Gözde sulanma; kanlanma, batma hissi veya ağrı vardır. Hasta ışığa bakmakta güçlük çeker.

Göz kanlanması : Göz kanlanması ile birlikte ağrı yoksa aşağıdaki reçeteler uygulanır. Kanlanma ile birlikte ağrı varsa; mutlaka göz doktoruna gitmek gerekir.

Göz kaşıntısı : Gözlerin kaşınması, önemli bir hastalığın işareti olabilir. Bu nedenle doktora başvurmak gerekir.

Göz sulanması : Göze toz kaçması, çapaklanma, göz iltihabı, nezle veya bazı alerjik hastalıklar göz yaşının fazlalaşmasına neden olur. Şikayetler soğuk havalarda daha da artar. Doktora başvurmak gerekir.

Göz tiki : Aniden ortaya çıkan, fakat önemli olmayan bir durumdur. Alışkanlık spazmı da denir. nedeni, yorgunluk, üzüntü, heyecan ve yaşlılarda adale zafiyetidir. Yapılacak ilk iş, istirahat etmektir.

Gözbebekleri iltihabı : Gözün bir kazayla yaralanması veya romatizmalı hastalarda üşütme sonucu ortaya çıkar. Bazen; şeker hastalığı, burun hastalıkları, ve frengili hastalarda da görülür. Tıp dilinde iritis denilen bu hastalık vakit kaybedilmeden tedavi edilmesi gerekir. Hasta, ışığa fazla bakamaz. Gözlerinde veya gözlerinin üst kısmına gelen bölgede şiddetli ağrılar vardır. Gözlerde; sulanma ve kızarıklık da görülür. Göze dikkatle bakıldığında; renkli kısmın etrafındaki rengin de koyulaştığı görülür.

Gözkapağı iltihabı : Göz kapağı kenarlarının iltihaplanıp, kızarma, kabuklanma ve ağrı yapmasıyla ortaya çıkar. Tıp dilinde blefarit denir.

Gözkapağı şişliği : Gözkapakları, çoğunlukla fazla ağlama sonucu şişer. Nezle veya kızamık sırasında da görülür. Bunlardan başka, kalp, böbrek, hastalıkları veya beze iltihaplanmasının da bir işareti olabilir. Bazı kimselerde de alerjiktir.

Grip : Tıp dilinde influenza adı verilen bu hastalık bulaşıcıdır. Grip olan kişinin nefesindeki damlacıklarla yayılıp, salgın hale gelebilir. Paçavra hastalığı da denir. Aniden başlar ve devamlı olarak ateş yükselir. Baş ve sırt ağrıları, titreme nöbetleri, nezle, öksürük, iştahsızlık, baş dönmesi de görülür. Tedavinin ilk şartı istitrahat etmektir. İyi tedavi edilmezse, başka hastalıklara da yol açabilir.

Guatr : Tiroid bezinin büyümesi sonucu ortaya çıkan ve boynun ortasında, yutkundukça aşağı yukarı hareket eden şişlikle kendini belli eden bu hastalığa guşa veya cedre de denir. Tıp dilindeki adı strumadır. Guatr, özellikle geceleri nefes darlığı yapar. Bazen de rahatsız edici öksürüklere neden olur. İki çeşit guatr vardır. Basit Guatr : Bu çeşit guatrda tiroid bezi balon gibi şişer. Nedeni alınan iyotun yetersiz olmasıdır. Dağlık bölgelerde oturanlarda, ergenlik yaşlarında ve hamilelerde çok görülür.

Guatr (Yumrulu): Bu çeşit guatrda, tiroid bezinin iki yanında kabarıklık veya üzüm salkımını andıran şişlikler görülür. Her iki çeşit guatrda da endişelenecek bir durum yoktur. Ancak tedaviye erken başlamak gerekir. Yemeklerde iyotlu tuz kullanmak, mümkün olduğu kadar çok balık, pırasa, kuru erik, yumurta, taze fasulye, pazı, soğan, sarmısak, dut veya dut kurusu, havuç yemek; inek sütü, erik hoşafı, ve havuç suyu içmek çok faydalıdır. Ayrıca kabız olmamaya gayret etmek gerekir. Lahana, mısır ve turp da yenmemelidir.

Güneş çarpması : Uzun süre güneşte veya sıcakta kalmak sonucu; aşırı terleme, ağrılı kramplar ve kanın koyulaşması şeklinde kendini gösterir. Yapılacak ilk iş; hasta giyinikse, hemen elbiseleri gevşetilip, gölgeye taşınır. Yüzü, göğsü ve kolları soğuk su ile ıslatılır. Durumu ciddi ise, ıslak bir çarşafa sarılarak hastaneye götürülür.

Güneş yanığı : Vücudun güneşte kalan kısımlarında bir süre sonra yanma, kızarma ve kaşıntı başlar. Kısa bir süre sonra da su toplar




Halsizlik : Bazı kimseler, aşırı yorgunluktan, çalışamamaktan, baş ağrısından, sırt ağrılarından, hazımsızlıktan veya huzursuzluktan şikayet ederler. Bu duruma tıp dilinde debilite veya asteni denir.

Hararet : Sıcak havada aşırı derecede veya ateşli hastalıklar sırasında vücut kaybettiği suyu karşılayamayacak olursa, hararet başlar.

Havale : Vücut kaslarının ani ve şiddetli olarak kasılması sonucu ortaya çıkan duruma havale denir. Büyüklerde havale çoğunlukla sara nöbetleri sırasında görülür. Küçük çocuklarda görülen havale, sinir sisteminin değişik nedenler karşısında göstermiş olduğu bir tepkidir. Bu tepkiler de; kemik hastalıkları, yüksek ateş, boğmaca, devamlı hazımsızlık, bağırsak şeritleri veya diş çıkarmalardan kaynaklanabilir. Ayrıca bu duruma sinir sistemi veya beyinde meydana gelen bir hastalık da neden olabilir. Havale geçiren çocuğun gözleri sabit bir noktaya çevrilir, çenesi de kenetlenir. Dudakları, yüz kasları, kol ve bacakları, önce şiddetli bir şekilde kasılır, sonra da çırpınmaya başlar. Ağzından da köpük gelir. Bütün bunlar bir iki dakika devam eder. Sonra bütün belirtiler kaybolup, uykuya dalar. Hastalığın bir nedenini bulmak için mutlaka bir doktora başvurmak gerekir. Bu arada çocuğu sessiz, loş bir odaya yatırmak, elbise ve çamaşırlarını gevşetmek faydalıdır.

Hava yutma : Tıp dilinde aerofaji diye bilinen bu hastalık, genellikle asabi mizaçlı kimselerde görülür. Bunlar yemek sırasında farkına varmadan hava yutarlar. Hava yutma, mide ve bağırsak gazlarının oluşmasına yardımcı olur.

Hazımsızlık : Sindirimin normal şekilde olmaması ve bağırsakların seyrek çalışmasına; halk arasında hazımsızlık, tıp dilinde ise dispepsi denir. Nedenleri çeşitlidir. Ağır yemekler, yemekleri gereği gibi çiğnememe, diş veya dişeti iltihapları, içki veya sigara içmek, çok miktarda çay veya kahve içmek, fazla miktarda şekerli veya unlu şeyler yemek, kansızlık, yorgunluk, sinir bozukluğu ve üzüntü hazımsızlığı doğuran nedenler arasında sayılabilir. Yemekten bir süre sonra; midede şişkinlik veya yanma hissi ortaya çıkar. Sık sık yemek ihtiyacı hissedilir. Kabızlıktan şikayet edilir. Bazı kimselerde halsizlik, uykusuzluk, unutkanlık veya çarpıntı görülür. Tedavinin ilk şartı; sıkıntı ve üzüntülerden sıyrılmaktır. Zararlı şeyler terkedilir. Et yemekleri de mümkün olduğu kadar azaltılır. Haddinden fazla yemek yenmez. Yemeklerden sonra soğuk su içilmez. Yemek aralarında acıkınca süt ile birkaç galete yenir.

Hemofili : Kanın normal sürede pıhtılaşmaması şeklinde kendini gösteren, erkeklere has bir çeşit kan hastalığıdır. Halk arasında kanama hastalığı denir. Irsi bir hastalıktır. Doktor tedavisi gerekir. Bu hastalığa tutulanların; az su içmeleri ve limon, portakal, kiraz veya ahududu yemeleri tavsiye edilir. Ayrıca vücudun herhangi bir yerinde kanamaya neden olabilecek davranışlardan da kaçınmaları gerekir.

Hıçkırık : Solunum kasları ve özellikle diyaframın uyarılması sonucu ortaya çıkar. Tıp dilinde singultus denir. Nedenleri çeşitlidir. Basit hıçkırıklar; çoğunlukla mide gazı, sıcak ve baharatlı yemekler, sinir bozukluğundan kaynaklanır. Ayrıca; bazı kalp, karaciğer, bağırsak ve pankreas hastalıkları, zatülcenp veya zatürreede de görülebilir. 3 saatten fazla süren hıçkırıklarda, doktora başvurmak gerekir.

Horlama : Horlamanın nedenleri çeşitlidir. Derin bir uyku, sırt üstü yatmak horlamaya neden olabileceği gibi; burun polipleri, burnun çarpık olması, burun iltihabı, burunda ahtapot ve ağzı kapayamamak da neden olabilir. Yan yatarak uyumak, belin tam ortasına küçük bir lastik top koyarak yatmak horlamayı önler. Bu tedbirlerle geçmeyen horlamalarda, gerçek neden bulunup ona göre bir tedavinin uygulanması gerekir.

Husye torbası şişliği : Husye torbası (erbezi) şişkinliklerinde; nedenin ne olduğunu araştırmak gerekir. Bazı şişliklerde, husye torbasının görünüşü ışık geçirecek kadar şeffaflaşır. Bazıları da ağrılı olur. Husyelerde, şişlik ile birlikte ağrı da hissedilirse, iltihaplanma veya kanama ihtimali vardır.


Ileitis : İnce bağırsağın iltihaplanmasıdır. Hastada, karın ağrısı ve ishal görülür. Buna Crohn hastalığı da denir.

İdrarda kan görülmesi : İdrarda kan görülmesine tıp dilinde hematuri denir. İdrar renginin kanlı olması; yenilen şeylerdeki boyalardan olabileceği gibi, herhangi bir hastalığın işareti de olabilir. Bu nedenle bir doktora gitmekte fayda vardır.

İdrar torbası iltihabı : İdrar torbasının (mesanenin) bakteri ve virüsler tarafından iltihaplandırılması sonucu ortaya çıkan bu hastalığa, tıp dilinde sistit denir. Hastanın karın bölgesinin alt kısmında ve bacak aralarında ağrı vardır. Sık sık idrar yapmak ihtiyacı hisseder. İdrar yaptıktan sonra da mesanede veya penisin ucunda şiddetli ağrı hissedilir. Bazı durumlarda idrar yollarında yanma ve kanlı idrar da görülür. Ağrıları dindirmek için, karına sıcak su torbası konur.

İdraryolları iltihabı : İdrar torbası iltihabı; idrar yolları taşı, belsoğukluğu veya eklem hastalıklarının neden olduğu bir hastalıktır. Çok içki içenlerde görülür. İdrar yollarında acıma hissedilir. Tedaviye yardımcı olmak için bol miktarda su içilir, sıcak banyolar yapılır.

İdrar yollarında yanma : İdrar yollarında veya idrar yaparken yanma çeşitli nedenlerden kaynaklanır. Belsoğukluğu, ülser, mesane iltihabı, prostat iltihabı, mesane uru, yumurtalık iltihabı, apandisit düşünülebilir. Bu nedenle tedaviye geçmeden önce, hastalığı doğuran nedeni tespit etmek gerekir. Tedavi, hastalığı doğuran nedene göre yapılır.

İdrar tutukluğu : Mesane (idrar torbası) dolu olduğu halde idrar yapılamaz. Karnın alt bölgesi gerginleşmiştir. Bastırılınca ağrı hissedilir. Tıp dilinde akut retansiyon adı verilen bu durumun nedenleri çeşitlidir. Örneğin, böbreklerde taş, prostat büyümesi, idrar yollarının doğuştan kusurlu olması, fazla miktarda alkol içmek, mesane felci, belsoğukluğu, sinir hastalıkları veya üşütmek idrar tutukluğuna neden olabilir. İlk tedbir olarak hastanın karnına içinde sıcak su olan bir şişe konur. Sıcak su ile banyo yapılırken, idrar çıkarmaya çalışılır.

İdrar tutamamak : Bazı kimseler, öksürme, aksırma, gülme, ağlama, hallerinde veya heyecanlandıkları zaman idrarlarını tutamayıp kaçırırlar. Bu durum bilhassa çok doğum yapmış kadınlarda sık görülür. Nedeni ön ve arka boşaltım kanallarındaki kasların zayıflamış olmasıdır. Ayrıca böbrek veya idrar yollrındaki taş veya tümör, omuriliğin hastalanması da idrar tutamamaya neden olabilir. Küçük çocuklarda ise, bağırsak solucanları idrar kaçırmaya neden olabilir.

İdrar zorluğu : Hastanın günlerce idrara çıkmaması şeklinde kendini gösteren bu hastalığa; tıp dilinde Anüri adı verilir. Mesane (idrar torbası) boştur. Hastada uyuklama, baş ağrısı, adalelerinde oynama ve kusma görülebilir. Nedeni böbrek hastalıkları, mesane, veya rahim hastalıkları, yaralanma ve idrar yollarında taş bulunmasıdır. Tedavi için doktora başvurmak gerekir.

İktidarsızlık : Erkeklik organının (penisin) yeteri kadar sertleşmemesi sonucu, cinsel ilişkide bulunamamaya; halk arasında iktidarsızlık, tıp dilinde ise empotans denir. Kendine güvenememek, yorgunluk, tiksinti, sinir bozukluğu, alkolizm, şeker hastalığı, doğum kontrolü için uygulanan metotlar veya aşırı şişmanlıktan kaynaklanır. Ilık banyolar, açık havada dolaşmak ve dinlenmek başvurulacak ilk çarelerdir.

İncinmek : Herhangi bir eklemin, burkulması sonucu ortaya çıkan bir durumdur. Çoğunlukla ayak, el bileklerinde veya diz kapağında görülür. Eklem; incindiği zaman, kısa süren bir ağrı hissedilir. Sonra eklemin bulunduğu yerde şişme, zonklama, morarma görülür. Yapılacak ilk iş, incinen yeri sargı bezi ile sarmak ve üzerine soğuk su dökmektir.

İshal : İshal; normal katılıktaki dışkının sulu veya yumuşak; sümüklü, kanlı veya yağlı bir şekil alıp, sık sık tuvalete çıkmak ihtiyacını doğurmasıdır. Bazen de ağrı yapar. İshal ve kabızlığın birbiri ardınca sık sık görülmesi kesinlikle ihmal edilmemesi gereken bir durumdur. İshale halk arasında amel ve sürgün; tıp dilinde ise diare denir. İshalin nedenleri arasında; yiyeceklerin bozuk olması, veya yiyecek çeşitlerinin değişikliği, üşütme, isteri, bağırsak hastalıkları, kolera, dizanteri, tifo, nefrit, kalp, karaciğer veya akciğer hastalıkları sayılabilir. Bu nedenle kısa sürede geçmeyen ishallerde mutlaka doktora başvurmak gerekir. Neden ne olursa olsun tedavinin ilk şartı sıkı bir perhizdir. Hastaya açık çay, maden suyu içirilir, yoğurt yedirilir. Sütlü ve yağlı yiyecekler verilmez, peynir yedirilmez. Bol limonlu pirinç çorbası ve patates püresi yedirilir. Her saat başı bir elmayı yemesi tavsiye edilir.

İsilik : Terledikten sonra derinin üzerinde görülen kızarıklılara halk arasında isilik denir. Tıp dilinde ise miliare denir.

İsteri : Psikonevrozlar grubuna giren bir çeşit hastalıktır. Tıp dilinde babinski hastalığı veya pithiatisme adı verilir. Hastalığın belirtileri; hastanın sosyal ve entellektüel seviyesine göre değişir. Hastanın gayesi, çevresinin ilgisini üzerine çekmektir. Bunun için aşağıdaki şikayetlerin biri veya birkaçı birden görülebilir. Hastada; ağrılar, baş dönmesi, bayılma, iştahsızlık, titreme, boğazında düğümlenme duygusu, kaslarda gerilme, geçici körlük, sağırlık, herhangi bir uzuvda uyuşma, hafıza kaybı görülür. Tedavinin temeli telkindir.

İştahsızlık : Soğuk algınlığı, mide rahatsızlıkları, bağırsak hastalıkları, karaciğer hastalıkları, safra kesesi hastalıkları, böbrek veya kalp hastalıkları, kadınlarda aybaşı halleri, isteri, yorgunluk, can sıkıntısı, iştahsızlık gibi nedenlerden kaynaklanabilir. Tedaviye yemekleri belirli saatlerde yemeye alışmakla başlanabilir. Üzücü ve sıkıcı olaylardan uzak durmaya çalışılır. Nedeni bulmak için doktora başvurulur.