30 Ekim 2009 Cuma

TİROİT HASTALIKLARI

Yunanca thyroiedes kelimesinden türetilen organın adı ingilizce kaynaklarda THYROİD GLAND olarak yazılmıştır. Türkçe tıbbi kaynaklarda ise "TİROİD" olarak yazılmaktadır. Ancak Türk Dil Kurumu tarafından TİROİT olarak yazılması öngörülmüş olup bu yazıda da bu tanım kullanılacaktır.

Tiroit hastalıkları bilinenden daha yaygındır ve birçok bireyi etkilemektedir. Genel olarak guatr adı altında bilinen bu hastalıklar çok çeşitlidir ve bugün için çoğunun tedavisi mümkündür. Bu bölümdeki bilgiler, bu zamana kadar edindiğim deneyimler sonucu hastaların merak ettikleri konuları ağırlıklı olarak işlemektedir. Tiroit bölümü hazırlanırken, başvurulan tıbbi kaynaklar yazının sonunda belirtilmiştir.

Tiroit vücudun hangi bölgesindedir?

Tiroit, ilk defa rönesans devrinde Leonardo da Vinci’nin orijinal çizimlerinde gösterilmiştir. Buna göre; boyunda, soluk borusunun ( trakea ) her iki yanında iki ayrı salgı bezi olduğu kabul edilmiştir. Daha sonraları bu iki parçanın çoğu kez istmus adı verilen bir bölümle birleşmiş ve kelebeğe benzeyen tek bir bez olduğu anlaşılmıştır. Önden bakıldığında tiroidin yeri şu şekilde belirlenebilir: boyunda çene altında yer alan ve erkelerde daha belirgin bir şekilde görülen kıkırdaktan oluşan çıkıntının (adem elması) hemen altındaki bölgede bulunur ve yutkunmakla hareket eder ( Resim 1 ). Normal büyüklükteki bir tiroit zayıf kişiler hariç çoğu kez elle hissedilemez.

Salgı bezi nedir?

Ürettiği bazı kimyasal maddeleri bir kanal ya da kan yoluyla başka bölgelere gönderebilen organ olarak tanımlanabilir. Örneğin tükürük bezleri ürettiği tükürüğü bir kanal aracılığıyla ağız boşluğuna akıtır ve tükürük içindeki bazı kimyasal maddeler hem gıdaların sindirimini başlatır hem de ağzın ıslak kalmasını sağlar. Bunlara dış salgı bezi denir. Tiroit gibi salgı bezleri ise ürettiği kimyasal maddeleri kan yoluyla vücudun diğer bölgelerine göndererek çeşitli işlevlerin ortaya çıkmasına neden olur. Bunlara ise iç salgı bezi denir. Tiroit gibi salgı bezlerinin ürettiği kimyasal maddelere ise genellikle hormon adı verilir.

Domuz Gribi ile İlgili Bilinmesi Gerekenler

Domuz gribi nedir?

İnfluenza A virüsünün neden olduğu esas olarak domuzlarda salgına yol açan bir grip türüdür. Geçmişte sınırlı sayıda olguda insandan insana bulaştığı bildirildi. Ölüm oranı %1-5 dir. Kuş gribinde ise bu oran, dünya genelinde yaklaşık %50 olarak bildirilmektedir. Kuş gribi nedeniyle 2006 yılında ülkemizde saptanan 12 olgudan 4ü kaybedilmişti.
29 Nisan itibariyle toplam 148 hasta bulunmaktadır. Amerika Birleşik Devletleri 91 laboratuvarda dayalı kanıtlanmış olgu bildirmiş, bunlardan biri kaybedilmiştir. Meksika 26 olgu ve 7 ölüm bildirmiştir. Kanada 13, İngiltere 5, İspanya 4, Yeni Zelanda 3, Almanya 3 ve İsrail 2 olgu bildirmişlerdir.

Nasıl bulaşır?

İnsandan insana damlacık yoluyla bulaştığı kanıtlanmıştır. Bu nedenle, Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) 27 Nisan 2009 itibariyle pandemi düzeyini 3den 4e çıkarmıştır. Pandemi düzeyleri 1 ile 6 arasında değerlendirilir. Pandemi 4, insandan insana yayılım olduğunu gösterir. Bu durumda, domuzlarla teması olan kişilerin yanısıra, solunum yoluyla bulaş söz konusudur. Dünya Sağlık Örgütü, 29 Nisan 2009 itibariyle pandemi düzeyini 5'e çıkardı. Pandemi 5, bir DSÖ bölgesinde iki ya da daha fazla ülkede insandan insana geçişin bildirilmesine dayanmaktadır. Bu düzey önemlidir, son yıllarda bu düzeyde bildirilen bir salgın olmadı. Bir sonraki aşama ise pandemi 6 dır. Farklı DSÖ bölgelerinde insandan insana geçişin olabileceği ikiden çok sayıda ülkenin bulunması anlamına gelir.

Nasıl yayılır?

Mevsimsel veya klasik gribin yayılımı gibidir. İnsandan insana hapşırma ve öksürme ile saçılan damlacıklar yoluyla yayılır. Ayrıca el teması da önemlidir. Hasta olan kişiler belirtiler görülmeden bir gün önce ve hastalık boyunca enfeksiyonu yayabilirler. Cansız yüzeylerde (masa, kapı kolu gibi) yaklaşık 2 saat canlı kalabilirler. Bu nedenle el yıkamak önemlidir.

Belirti ve bulguları nelerdir?

Belirtileri mevsimsel gribe benzer, ateş, öksürük, boğaz ağrısı, yaygın vücut ağrıları, başağrısı, titreme ve yorgunluk ön plandadır. Bazı kişilerde ishal ve kusma görülür. Zatüreye bağlı ciddi hastalıklar ve ölümler olabilir.

Korunmak için ne yapılmalı?

En önemli önlem ellerin yıkanmasıdır. Genel sağlık önlemlerine dikkat etmek gerekir, uykusuz kalınmamalı, fiziksel aktivite sağlanmalı, günlük stres kontrol edilmeli, bol sıvı ve besleyici gıdalar alınmalıdır. Hasta kişilerle yakın temastan kaçınmalıdır. Cansız yüzeylerin çamaşır suyuyla silinmesi yeterlidir.

İlacı var mıdır?

Evet. Klasik gripte olduğu gibi oseltamivir veya zanamivir kullanılır. Bu ilaçlar belirtiler görüldükten sonra ilk 2 günde kullanılmalıdır. Ayrıca belirtilere yönelik ilaçlardan da yararlanılabilir.

Yemekle domuz gribi bulaşır mı?

Hayır. Uygun hazırlanmış domuz etini yemekle bulaşma olmaz.

Ülke düzeyinde ne yapılmalı?

Türkiyede henüz olgu yoktur. İlk olgunun saptanabilmesi için sınır geçişlerinde uygun kontroller önemli bir adımdır. Bu amaçla Yeşilköy havalimanına termal kamera yerleştirilmiştir. Vücut sıcaklığı 38 derecenin üzerindeki hastaların saptanması hedeflenmektedir. Grip belirtileri olan herkesin vakit kaybetmeden hekime başvurmaları uygun olacaktır. Her hastane, kuş gribi için hazırlanmış olan salgın planını raflardan indirmelidir.

Seyahat kısıtlaması var mı?

Dünya Sağlık Örgütünün seyahat kısıtlaması ve sınırların kapatılması yönünde bir önerisi yoktur. Ancak hasta olanların seyahat etmemeleri ve hızlıca sağlık kuruluşuna başvurmaları önerilmektedir.


Başkalarına bulaştırmamak için ne yapmalı?

·Öksürürken ve hapşırırken ağız ve burun kapatılmalıdır. Kullanılan mendiller hemen çöpe atılmalıdır.

·Eller sabunlu suyla yıkanmalı, su ve sabuna ulaşılamazsa alkollü temizleyiciler kullanılmalıdır.

·Eller ağız ve buruna götürülmemelidir, virüs bu yolla yayılabilir.

·Hastalardan uzak durulmalıdır.

·Hastalanınca vakit geçirmeden doktora başvurulmalıdır.

·Hastalanınca okula ve işe gidilmemesi önerilir.

10 Türk Erkeğinden 7 si sorunlu

10 Türk erkeğinden 7'si sertleşme sorunu yaşıyor


Sertleşme sorununda dünya standartlarının üst sınırını zorlayan Türk erkekleri son beş yılda 10 milyon tablet ereksiyon ilacı tüketti. Mucize haplara 30 trilyon lira harcadı.



Sertleşme sorununda dünya standartlarının üst sınırını zorlayan Türk erkekleri son beş yılda 10 milyon tablet ereksiyon ilacı tüketti. Mucize haplara 30 trilyon lira harcadı. Viagra ile yerli ilaçların kıyasıya rekabet yaşadığı ereksiyon hapı piyasasına şimdi iki iddialı ürün daha giriyor.

Gelişmeyi olumlu karşılayan Prof. Dr. Emre Akkuş ‘Viagra tedaviyi kolaylaştırınca sorunlu erkeklerin doktora başvurma oranı iki kat arttı. Yeni haplar bu gelişmeyi daha da hızlandıracak’ diyor.

Kod adları ‘Küçük Mavi Hap’, ‘Hafta Sonu Hapı’ ve ‘Portakal Renkli’... Hayat kurtarıyor, soğumaya yüz tutan aşklara ateş katıyorlar. Mercimek büyüklüğündeki mucize haplar sağlık sorunları nedeniyle ereksiyon olamayan ya da yatakta skora kafasına takıp kabus yaşayan erkeklerin kurtarıcısı.

Dünyada sertleşme sorunu yaşayan 150 milyon erkeğin gözü bu hapların üzerinde. Alıcısı çok, karı yüksek ereksiyon ilaçları pazarında rekabet gün geçtikçe kızışıyor.

Sertleşme sorununa karşı ilk tableti Pfizer geliştirdi. Uluslararası Tıp İstatistikleri’ne (IMS) göre bugün dünyada saniyede ortalama 9 Viagra tableti satılıyor. ABD ve Avrupa ülkelerinde geçen yıl iki yeni ilaç daha piyasaya çıktı. 36 saati bulan etkisiyle dikkat çeken ‘Hafta sonu ilacı’ Cialis birkaç ay içinde Avrupa pazarında önemli yer edindi, sadece Almanya’da pazarın yüzde 29’unu ele geçirdi. ‘Portakal renkli hap’ Levitra da rakibi

Viagra’nın tahtını sarstı.

10 TÜRK’TEN 7’Sİ SORUNLU
,
Türkiye ereksiyon ilaçları için cazip pazar. Sertleşme sorunu yaşayan erkeklerin oranı, dünya ortalamalarının üst sınırında seyrediyor. ‘Erektil Disfonksiyon Epidemiyolojisi’ araştırmasına göre, erkeklerin yüzde 69.2’sinde hafif ya da ileri derecede sertleşme sorunu var. Her 100 erkekten 36’sının sorunu ciddi boyutlarda. Bu konudaki dünya ortalamasının yüzde 40-73 arasında değiştiği göz önüne alındığında Türkiye’deki sorunun vahimliği ve tablet pazarının verimliliği görülüyor.

Dünyada oluğu gibi Türkiye’de de satışa sunulan ilk ereksiyon tableti Viagra. İlaç 1999’dan bu yana 2 milyon 52 bin 400 kutu, diğer bir deyişle 8 milyon 209 bin 600 hap satıldı. Aynı işlevdeki yerli ilaçların satışı ise 1 milyon 571 bin 200 kutu, yani 6 milyon 284 bin 800 tableti buldu. Yıllık hacmi 30 trilyon liraya ulaşan ereksiyon ilacı pazarına girmek üzere iki iddialı ürün hazırlık yapıyor. Avrupa’da Viagra’nın tahtını sallayan Clais ve Levitra, Sağlık Bakanlığı’ndan izin alınır alınmaz satışa sunulacak.

HANGİSİ DAHA İYİ BELLİ DEĞİL

Bu üç ilaç piyasaya girdikleri ülkelerde sıkı rekabet halinde olsalar da uzmanlar üçünden birinin, diğerlerine karşı üstünlüğünü kanıtlayacak bilimsel veri bulunmadığını söylüyor.

Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Androloji Bilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Emre Akkuş ilk çıkan ilacın standartları belirlediğini vurgulayarak, iki yeni seçeneğin piyasaya sunulmasını ‘doktor ve hastalar açısından yararlı bir gelişme’ şeklinde değerlendiriyor. ‘Şimdiye kadar ‘al sana Viagra’ diyor gönderiyorduk. Beklenen sonuç alınmazsa başka etkili tablet olmadığından enjeksiyon, vakum, protez gibi yöntemleri öneriyorduk. Şimdi iki seçenek daha olacak’ diyor. Prof. Dr. Akkuş’un dikkat çektiği bir başka gelişme çok daha önemli: ‘Viagra’nın çıkması ve tedavi yönteminin kolaylaşması son yıllarda sorunlu erkeklerin doktora başvurmalarını iki kat artırdı. Hap sayısıyla birlikte, doktorun kapısını çalan sorunlu erkeklerin sayısı da artacaktır.’

Viagra’nın 30 binden fazla taklidi yakalandı

Viagra en çok sahtesi yapılan ilaçlar arasında yer alıyor. Türkiye’de bugüne kadar 30 bin civarında sahte Viagra tableti ele geçirildi. 20 bin civarında ambalaj malzemesi, sahte ilaç yapımında kullanılan makineler ve filmler yakalandı.

'Soğuk havale'ye dikkat !

Ateş belirtisi olmaması nedeniyle ailelerin fark etmekte güçlük çektiği 'soğuk havale', kalıcı sağlık problemlerine neden olabiliyor.

Çekirge Çocuk Hastanesi'nde görev yapan Dr. Selçuk Yüksel, beyindeki kontrolsüz ve istemsiz elektrik boşalımlarının, vücudun el, kol, yüz gibi belirli bölgelerinde bilinç dışı kasılma ve gevşemelere neden olmasına tıpta 'konvülziyon', halk arasında ise 'havale' denildiğini belirtti.

Yüksel, havalenin, ateşin eşlik etmediği şekline 'soğuk havale' denildiğini anlattı:
"Havale geçiren bir çocuk bilincini kaybeder, vücut üyelerinin tümü yada bir kısmında kasılıp gevşemeler olurken, gözler tek yöne kayar ve ağızdan köpükler gelir.

Ancak bu görüntülerin hepsi aynı anda olmak zorunda değildir. Ayrıca sadece kasılma ya da tam tersi sadece ani gevşeme şeklinde nöbetler de olabilir.

Hatta dalma, gülme, tuhaf sesler çıkarma gibi bulgularla ortaya çıkabilen havale nöbetleri de vardır. Havale sırasında dışkı ya da idrar kaçırılması ve havale sonrası eğer çocuk büyükse olayı hatırlamaması tipik bulgulardır. Bu tip nöbetlerin tekrarlaması ise sara (Epilepsi) olarak adlandırılır."

Yüksel, soğuk havalenin çocuklarda birkaç saniyeden dakikalara varan değişik sürelerde görülebildiğine değinerek, "Havale geçirme genellikle beyinde hasar bırakmamakla birlikte, 30 dakikadan daha uzun süre devam eden havale nöbetleri, beyinde uzun süreli oksijensiz kalmaya bağlı olarak kalıcı hasara neden olabilir" dedi.

Ne yapmalı?

Dr. Selçuk Yüksel, en yaygın yanlış uygulamanın, havale geçiren çocuğun soğuk suyun altına tutulması olduğunu söyledi:

"Bir çocuk bir kez dahi soğuk havale geçirse mutlaka konunun uzmanı bir doktora gösterilmelidir. Nöbet sırasında en önemli nokta, çocuğun nefes yolunun tıkanmasını ve beynin oksijensiz kalmasını önlemektir. Bunun için öncelikle yapılması gereken, çocuğun yan yatırılarak ağzını açık tutmaya çalışmaktır.

Aynı anda havale sırasında dilin geriye kaçarak, nefes borusunu tıkaması önlenmiş olur. Havale geçirirken ortaya çıkan istemsiz kol ve bacak hareketleri, çevredeki cisimlere çarpma ve ciddi hasarlanmaya neden olabileceğinden, etraftaki eşyalar uzaklaştırılmalıdır.

Çocuğun yaşamsal işlevleri izlenirken, kısa sürede acil yardım ekibine haber vermek en doğru davranıştır. Havale sırasında eğitimsiz kişiler tarafından yeniden canlandırma girişiminde bulunulmasının çocuğa daha ağır zararlar verebileceği unutulmamalıdır."

Temiz yıkanmayan eller hastalık bulaştırıyor

Grip başta olmak üzere birçok hastalığın eller aracılığıyla bulaştığını belirten uzmanlar, günde sadece birkaç dakikanın ellerin yıkanmasına ayrılması durumunda hastalıklara karşı mücadelenin en önemli adımının atılmış olacağını ifade ediyor.

Uludağ Üniversitesi Veteriner Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Tayar, temiz görünen erişkin bir insan elinin santimetrekaresinde 6 bin adet bakteri bulunabileceği belirtti.

Temiz görünen erişkin bir insan elinin santimetrekaresinde 6 bin adet bakteri bulunabileceği bildirildi.

Uludağ Üniversitesi (UÜ) Veteriner Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Tayar, yaptığı açıklamada gün içinde oldukça fazla kirlenen ellerin sık aralıklarla yıkanması gerektiğini söyledi.

Tayar, temiz gibi göründüğü durumlarda bile erişkin bir insan elinin santimetrekaresinde 6 bin adet bakteri bulunabileceğine dikkati çekerek, şöyle konuştu:

“Elin tamamı ve kirli olduğu düşünüldüğünde milyonlarca bakteriden söz edilebilir. Bu kadar bakteri birden fazla hastalık taşıyabilir. Öksürürken ya da hapşırırken mendil kullanmak yerine ağzımızı elimizle kapatır ve avucumuzun içine hapşırırız. Aynı havayı soluduğumuz diğer kişilerin hastalanmaması için yaptığımız bu davranış sonrasında da aynı insanlarla tokalaşarak ayrılırız. Sonuçta elimizi bir hastalık bulaştırma aracı olarak kullanmış oluruz. Son günlerde sıkıntı yaratan domuz gribi virüsünden sonra doğru el yıkamanın önemi daha çok gündeme gelmektedir. Grip virüsleri ellerde saatlerce canlı kalabilir.”

Elleri ne zaman yıkamalı?

Bulaşıcı hastalıklardan korunmanın en kolay ve etkili yolunun el yıkamadan geçtiğini bildiren Tayar, “15 Ekim, 2 yıldır Dünya El Yıkama Günü olarak kutlanıyor. Dünya genelinde el temizliğine dikkati çekmek için bu etkinlik başlatıldı. Biz de Bursa’da 15 Ekimde 20 bin çocuğa el yıkama eğitimine başladık. Eğitimlerimiz sürüyor. Çevre illerden de destek alıyoruz. Bursa dışında da çocuklara el yıkama eğitimi başlatıldı” dedi.

Tayar, el temizliğinin ihmal edilmemesi gerektiğini vurgulayarak, şunları kaydetti:

“Elleri, yemek hazırlamadan ve yemek yemeden önce, işe başlamadan önce, tuvaleti kullandıktan, yemek yedikten, sigara içtikten, bozulmuş gıda ve çöplere dokunduktan, kimyasal madde kullandıktan, saçları taradıktan veya elledikten sonra yıkamak gerekiyor. Para alışverişinden, burun temizliğinden, kedi, köpek ve diğer tüm hayvanları elledikten sonra da elleri yıkamak hastalıklara yakalanma riskini en aza indirecektir.”

Yaşlanmaya dur diyen bitkiler!

Birçok bitki, bize çeşitli hastalıklarla savaşmakta veya hastalıklardan korunmakta yardımcı oluyor

Birçok bitki, bize çeşitli hastalıklarla savaşmakta veya hastalıklardan korunmakta yardımcı olmakta.Atalarımız bunların değerini bilmiş ve kullanmış.

Birçok bitki, bize çeşitli hastalıklarla savaşmakta veya hastalıklardan korunmakta yardımcı olmakta. Atalarımız bunların değerini bilmiş ve kullanmış. Sonra modern tıptaki ilerlemeler, bunların önemini gölgelemiş, bunlar kısmen rafa kaldırılmış.

Şimdi ise yapılan araştırmalar, her geçen gün bu sağlık kaynaklarına hak ettikleri değeri yeniden vermekte. Bunların bazılarını sebze, meyve veya kurutulmuş halde yiyebilir veya içebilirken, bazılarını ise doğal haliyle değil, besin takviyesi olarak hap veya şurup halinde alabilmekteyiz.

Bunların büyüdükleri toprağın cinsi, sıcaklığı, mevsimi, toplandıklarındaki yetişkin halleri, kurutma prosesleri ve depoda kaldıkları süre etkilerini çok değişken kılar.

Bitkisel maddeler de zarar verebilir

Bunları mutlaka doktorunuzun önerisiyle kullanmak gerekir, çünkü herhangi bir madde vücuda yarar sağlıyorsa zarar da verebilir. Bitkisel demek, zarar vermez demek değildir. Bazen etkileri kullanılan ilaçların etkileriyle veya alınan diğer besin takviyelerinin etkileriyle birleşerek beklenmeyen durumlara sebep olabilir.

Yaşlanmayı yavaşlatmaya yardımcı olan tıbbi bitkiler çok çeşitlidir. En az 2500’ü bilinmektedir. Bu çok çeşitli yararlı dostları zaman zaman sizlere anlatacağım. Antioksidan özelliği olan bu bitkilere birkaç örnek:

Ginkgo Biloba: Ginkgo Biloba günümüzde varlığını sürdüren hiçbir yakın türü veya benzeri bulunmayan, tamamıyla kendine özgü bir ağaçtır. Bilimsel araştırmalar Alzheimer hastalığında, hafıza güçlendirme ve baş dönmesini önlemede, zihinsel yoğunlaşmayı artırmada gingko özünün yararları bulunduğuna işaret etmekte. Ayrıca kollar, bacaklar, eller, ayaklar ve beyne kan akımını artırmakta, beyin işlev kapasitesini yükseltmektedir.

Devamlı dikkat gerektiren veya yoğun ve stresle çalışanların; dikkat, enerji ve performansını artırmak için önerilir. Stresten kaynaklanan unutkanlık için doğal bir çözümdür. Konsantrasyon ve hafızayı güçlendirirken aynı zamanda enerji takviyesi de sağlar. Genelde dolaşımı, ama özellikle beyne giden kan dolaşımını artırır. Böylece beyne bol oksijen gider ve bu çok önemlidir, çünkü beyin hücreleri düşük oksijen seviyesine karşı çok hassastır ve kolayca ölürler.

Üzüm çekirdeği: Üzüm çekirdeği (Grape seed) güçlü bir antioksidan ve serbest radikal temizleyicisidir. Serbest radikaller, normal hücrelere saldırabilen, onları harap eden ya da mutasyona uğratan dengesiz oksijen molekülleridir.

Üzüm çekirdeği, keşfedilen en kuvvetli doğal antioksidanlardan biridir. Antioksidanlar, en etkin anti-aging (yaşlanmayı geciktirme) gereçlerinden biridir. Antioksidanların yardımıyla hastalıkların oluşumu önlenebilir, hormonal denge korunabilir, yaşlanma süreci geciktirilebilir.

Üzüm çekirdeği bağ dokusunu da güçlendirir. Cildi daha sıkı ve elastiki yapar. Yaşlılık lekelerinin tedavisinde yararlıdır. Daha az kırışıklığa neden olan kan damarlarının genişlemesi ve kasları rahatlatma konusunda etkilidir. Üzüm çekirdeği ayrıca kötü kolesterolü (LDL) düşürme özelliğiyle kalp ve damar sağlığını korumaya da yardımcıdır.

Siyah üzüm kabuğu:

Siyah üzümlerin kabuğunda, bitki ve meyvelerde bol miktarda bulunan resveratrol, kırmızı şarapta da yoğun bulunur.

Siyah üzümlerin kendini korumak için ürettiği resveratrol, insanda da koruyucu etki göstermektedir.

Kanser gibi hastalıklarda önleyici etkisinin olduğunu gösterilen resveratrol molekülü, normal hücreyi kanserli hücreden ayıran nadir maddelerden de biridir.

Siyah üzümün içindeki resveratrol ayrıca kalbi koruyan ve kolesterolü düşüren aynı zamanda 'Sirt-1’ adı verilen kilo kontrolünden sorumlu geni düzenleyen bir maddedir.

Resveratrol kuvvetli antioksidan fonksiyonuyla hücrelerin en önemli koruyucusudur. Harvard Üniversitesi gibi üniversitelerin araştırmaları, siyah üzümün günlük beslenmeye katılmasının çok çeşitli yararlar sağlayabileceğini göstermekte.

Sarmısak: Yıllardır bilinen ve önemi gün geçtikçe daha çok anlaşılan sarmısak, kolesterol ve trigliseridleri düşürücü etkiye sahiptir. Ek olarak tansiyon düşürücü ve vücuttaki zararlı maddeleri etkisiz hale getirmede yardımcıdır. Kardiyovasküler (kalp-damar sistemi) hastalıklara karşı çok önemli doğal bir silahtır.

Kışın adaçayı ile hastalıklardan korunun

Uzmanlar, kış aylarının yaklaştığı şu günlerde hastalıklara karşı dirençli olabilmek için ham olan, işlenmemiş yani yaprak yaprak olan adaçayı, kekik gibi bitkilerin ve koruyucu etkisinden dolayı yeşil çayın bol miktarda tüketilmesi gerektiğini belirtiyor.

Adaçayı ve kekik, Türkiye’de bol miktarda yetişiyor. Bunların ihtiva ettiği maddeler flavinoidler ve proantrosiyadindir. Bunların ikisinin de antioksidan etkisi bulunuyor.

Ayrıca fito kimyasal (bitkisel kimyasal) maddeler ihtiva ediyor adaçayı. Suda tabii ki çok hızlı eriyor ve hızla bağırsaktan kana karışıyor. Antioksidan etkisi yani enfeksiyonlardan, kanserden koruyucu etkisi, diğer maddelerden çok daha fazla.

Genç kalmak için

Adaçayının; E vitamininden 50 misli, vitamin C’den 20 misli daha fazla bir antioksidan etkisi bulunuyor.

Ayrıca adaçayının, C vitamininin etkisini artırıcı özelliği var. Beyin, omurilik sıvısına geçiyor ve antioksidan etkisini, beyinde de gösteriyor.

Adaçayı, santral sinir sistemini koruyor, yani oksidasyondan koruyor. Bu da bir anlamda beyindeki yaşlanmayı geciktirmesi demektir.

Adaçayının karaciğere de olumlu etkisi var. Örneğin karaciğere dokunan ağrı kesiciler, toksik maddeler var. Karaciğere dokunan bu maddeleri etkisiz hale getiriyor.